9 Mayıs 2012 Çarşamba

AVRUPA BORÇ KRİZİ ve İNGİLTERE


2011 yılı Avrupa ülkelerinin borçlarını nasıl finanse edecekleri sorusuna cevap aramakla geçti. Yeni üretim modelleri yaratılmadan reel kesimde gözle görünür bir iyileşmenin mümkün olmaması, haliyle geriye tek bir seçenek bıraktı: Avrupa Merkez Bankası (ECB)’nin piyasalara bol ve ucuz likidite enjekte etmesi. Beklendiği gibi de oldu. ECB 2011 sonundan itibaren LTRO (Long Term Refinancing Operation) adı altında düzelediği ihalelerle piyasaya 1 trilyon Euro para sürdü. Bu fonlama ile ECB, 3 yıl vadeli ve %1 faizle Avrupa bankalarını fonlayarak sağlanacak kredilerle reel kesimi canladırmayı hedefliyordu. Fakat bankalar bu kredileri kendilerini sigorta altına almak almak adına tekrar merkez bankasına yatırıyordu. Bankaların Avrupa Merkez Bankası’ na yatırdıkları gecelik mevduatlar 2 mart itibariyle 820 milyar Euro ile rekor seviyede gerçekleşti. Yani Avrupa bankaları yeni bir kredi dönüş riski yaşamamak için piyasalara kredi vermeye pek de niyetli görünmüyordu.

2011’e Yunanistan Damgasını Vurdu
Avrupa’ nın borç problemi çok daha geniş kapsamlı ve bütün bölgeyi sarmış olmasına rağmen yılın neredeyse tamamını Yunanistan kaynaklı endişe haberleriyle geçirdik. Tüm piyasalar her gün Yunanistan’ın borçlarını ödeyip ödeyemeyeceğini, temerrüde düşüp düşmeyeceğini fiyatladı. Hergün değişen açıklamalar kafaları karıştırmaktan öteye geçemedi. Avrupa Birliği tarafından gerçekleştirilecek yardımın kapsamı ve miktarı piyasaların diken üstünde günler geçirmesine yetti.
Sonunda 2010 yılında imzalanan ilk kurtarma paketine ek olarak geçtiğimiz şubat ayında 2. kurtarma paketi de onaylandı. Anlaşmaya göre sağlanacak 130 milyar euro tutarındaki kaynağın yanı sıra, geçmişte Yunanistan'a borç vermiş olan banka ve benzeri özel sektör kuruluşları alacaklarının % 70’e yakın kısmından feragat etmeyi (hair cut) kabul etti. 2010 yılında hazırlanan 110 milyar euro'luk ilk kurtarma paketinin geri ödemeleri için öngörülen faiz oranlarında da kesinti yapıldı. Sağlanan imkanların acı bir reçetesi olmadan olmazdı. Tüm bu imkanların karşılığında Yunanistan, halen GSYH'nin % 160’ ına denk gelen borçlarını 2020 yılına dek GSYH'nin % 120,5’ ine indirmekle yükümlü olacak.
Türkçesi, yeni tasarruf ve kesintiler yolda. Yunan halkının aylardır süren isyanın nedeni de bu. Yunan halkı iki taraflı bir kemer sıkmayla karşı karşıya: Ücretlerde kesinti ve vergilerde artış. Gerektiğinde memur maaşlarının dahi ödenmeden, ilgili kesimlerin borçlarını ödemeyi kapsamına alan, sadece borç geri ödemesine ödeme odaklı can sıkıcı bir program.

Yunanistan “out” İspanya “in”
2012 de ise artık Yunanistan gündemden  düştü. Kurtarma paketiyle ilgili soru işaretleri giderildi en azından. Artık gözler beklenen önlemlerin alınıp alınmadığı ve borç geri ödemeleri üzerinde olacak.
Piyasalar yeni bir fiyatlama araçlarını, PIIGS’ in bir diğer üyesi ve adı bir önceki yıl bu kadar sık anılmayan İspanya’da buldu. Toplam borcunun GSYH’ sının %80’ine yaklaştığı, işsizliğin %25’ lere vardığı (genç nüfusta bu oran %50 civarında) ve daha yakın zamanda açıkladığı bütçesinde kamu harcamalarında ciddi kesintiye giden İspanya’ da durum hiç de iç açıcı değil. Başbakan, tam tersi bir havayı yaratmak adına AB yardımına ihtiyaç duymayacaklarını ifade etse de bu yöndeki her açıklaması piyasaları tedirgin etmeye yetiyor. Bu yıl ki en önemli piyasa fiyatlayıcısı ise ülkenin tahvil ihaleleri. Gelen en küçük bir pozitif haber bile borçlanma maliyletlerini azaltarak Euro üzerindeki baskıyı hafifletmeye yetiyor. Tersi durumda da faizlerde yükseliş ve Euro/Dolar paritesinde bir düşüşle piyasalar iki uçta salınıp duruyor. Geçtiğimiz haftalarda yaptığı ihaleleri kazasız belasız atlatmalarına karşın Euro bölgesi bir süre daha, emlak piyasasındaki fiyatlara dayalı kırılgan ekonomisiyle İspanya’dan gelecek haberlere endeksli olacak.

İngiltere’ yi Zor Günler Bekliyor
Kıta Avrupası borç sorunuyla uğraşırken Birleşik Krallık yaklaşan başkanlık seçimleri öncesi yavaşlayan ekonomisiyle nasıl baş edeceğini düşünüyor. Nisan ayının son haftasında açıklanan ve % 0,1’ lik büyüme beklentisine karşın % o,2 daralmaya işaret eden ilk çeyrek sonuçları ülkenin epeydir unuttuğu bir kavramı yeniden gündeme taşıdı: En son 1970’lerde karşılaşılan çift dipli resesyona yeniden merhaba deniyor. Dahası, 2008 finansal krizinden bu yana ilk kez iki çeyrek üst üste küçülerek resesyona girildiği de resmiyet kazanıyor.
İngiltere ekonomisi küçülüyor. Küçülmeye rağmen enflasyonun merkez bankasının hedeflediğinin üzerinde seyretmesi atılacak adımları daha da karmaşık hale getiriyor. Yeni parasal genişlemenin miktarı da bu endişeler altında netleşecek.
Ekonomik daralmanın etkileri ilk olarak bankacılık sektöründe kendini hissettirdi. Geçtiğimiz yıl 7 bin kişiyi işten çıkaran HSBC Bankası, bu yıl 2 binden fazla çalışanının işine son verme kararı aldı. Avustralyalı National Australia Bank (NAB) da İngiltere'de 1.400'den fazla çalışanının işine son vereceğini açıkladı. Bu gelişmeler İngiltere'nin en büyük isçi sendikası Unite’ i de harekete geçirdi. Sendika işten çıkarmalara karşı kampanya başlatacağını bildirdi.
Bankaların önümüzdeki dönemde şirketlere verdikleri kredilerde eskisi kadar rahat olamayacakları ortada. 2008 yılında zirvesine ulaşılan kurumsal kredi hacminin 2016 yılına kadar eski seviyesine gelemeyeceği söyleniyor. Bu kredilerin geri dönmemesiyle oluşacak zararlarda da artış ihtimali söz konusu. KOBİ ve büyük şirketlerin daralacak olan kredi hacmi dolayısıyla finansman sıkıntısı içine girmesi olası. Petrol fiyatlarındaki dalgalanmayı da hesaba katarsak ülkenin nasıl bir büyüme politikası uygulayacağı soru işaretleri yaratıyor.
Birleşik Krallığın mevcdut şartlar altında İngiltere Merkez Bankası’ nın varlık alımlarında yapacağı artırımlara dayalı bir büyüme ile piyasaya likidite vermekten daha somut bir seçeneği görünmüyor gibi. Tüketicilerin harcanabilir gelirlerinde önümüzdeki dönemde ücret artışları kaynaklı gelişme olmayacağı da ortada. Umutlar yılın 2. yarısından sonra düşme eğilimine girmesi beklenen enflasyonun büyümeye yapacağı katkı.
Önümüzdeki dönemin kritik sorusu şu olacak: Dünyanın finans merkezlerinin başında gelen Londra, ciddi bir ihraç ürünü bile olmayan ülkeyi belirsizliklerin giderek arttığı küresel ortamda ne kadar daha taşıyabilecek? Cevabı sadece İngiltereyi değil tüm dünyayı ilgilendiren bir soru..

KEREM L. AKILLI
Türk Telekom Investor Relations Associate