2011
yılı Avrupa ülkelerinin borçlarını nasıl finanse edecekleri sorusuna cevap
aramakla geçti. Yeni üretim modelleri yaratılmadan reel kesimde gözle görünür
bir iyileşmenin mümkün olmaması, haliyle geriye tek bir seçenek bıraktı: Avrupa
Merkez Bankası (ECB)’nin piyasalara bol ve ucuz likidite enjekte etmesi.
Beklendiği gibi de oldu. ECB 2011 sonundan itibaren LTRO (Long Term Refinancing
Operation) adı altında düzelediği ihalelerle piyasaya 1 trilyon Euro para
sürdü. Bu fonlama ile ECB, 3 yıl vadeli ve %1 faizle Avrupa bankalarını
fonlayarak sağlanacak kredilerle reel kesimi canladırmayı hedefliyordu. Fakat
bankalar bu kredileri kendilerini sigorta altına almak almak adına tekrar
merkez bankasına yatırıyordu. Bankaların Avrupa Merkez Bankası’ na yatırdıkları
gecelik mevduatlar 2 mart itibariyle 820 milyar Euro ile rekor seviyede
gerçekleşti. Yani Avrupa bankaları yeni bir kredi dönüş riski yaşamamak için
piyasalara kredi vermeye pek de niyetli görünmüyordu.
2011’e Yunanistan Damgasını Vurdu
Avrupa’
nın borç problemi çok daha geniş kapsamlı ve bütün bölgeyi sarmış olmasına
rağmen yılın neredeyse tamamını Yunanistan kaynaklı endişe haberleriyle
geçirdik. Tüm piyasalar her gün Yunanistan’ın borçlarını ödeyip ödeyemeyeceğini,
temerrüde düşüp düşmeyeceğini fiyatladı. Hergün değişen açıklamalar kafaları
karıştırmaktan öteye geçemedi. Avrupa Birliği tarafından gerçekleştirilecek yardımın
kapsamı ve miktarı piyasaların diken üstünde günler geçirmesine yetti.
Sonunda
2010 yılında imzalanan ilk kurtarma paketine ek olarak geçtiğimiz şubat ayında
2. kurtarma paketi de onaylandı. Anlaşmaya göre sağlanacak 130 milyar euro
tutarındaki kaynağın yanı sıra, geçmişte Yunanistan'a borç vermiş olan banka ve
benzeri özel sektör kuruluşları alacaklarının % 70’e yakın kısmından feragat
etmeyi (hair cut) kabul etti. 2010 yılında hazırlanan 110 milyar euro'luk ilk
kurtarma paketinin geri ödemeleri için öngörülen faiz oranlarında da kesinti
yapıldı. Sağlanan imkanların acı bir reçetesi olmadan olmazdı. Tüm bu
imkanların karşılığında Yunanistan, halen GSYH'nin % 160’ ına denk gelen
borçlarını 2020 yılına dek GSYH'nin % 120,5’ ine indirmekle yükümlü olacak.
Türkçesi,
yeni tasarruf ve kesintiler yolda. Yunan halkının aylardır süren isyanın nedeni
de bu. Yunan halkı iki taraflı bir kemer sıkmayla karşı karşıya: Ücretlerde
kesinti ve vergilerde artış. Gerektiğinde memur maaşlarının dahi ödenmeden,
ilgili kesimlerin borçlarını ödemeyi kapsamına alan, sadece borç geri ödemesine
ödeme odaklı can sıkıcı bir program.
Yunanistan “out” İspanya “in”
2012
de ise artık Yunanistan gündemden düştü.
Kurtarma paketiyle ilgili soru işaretleri giderildi en azından. Artık gözler
beklenen önlemlerin alınıp alınmadığı ve borç geri ödemeleri üzerinde olacak.
Piyasalar
yeni bir fiyatlama araçlarını, PIIGS’ in bir diğer üyesi ve adı bir önceki yıl
bu kadar sık anılmayan İspanya’da buldu. Toplam borcunun GSYH’ sının %80’ine
yaklaştığı, işsizliğin %25’ lere vardığı (genç nüfusta bu oran %50 civarında)
ve daha yakın zamanda açıkladığı bütçesinde kamu harcamalarında ciddi kesintiye
giden İspanya’ da durum hiç de iç açıcı değil. Başbakan, tam tersi bir havayı
yaratmak adına AB yardımına ihtiyaç duymayacaklarını ifade etse de bu yöndeki
her açıklaması piyasaları tedirgin etmeye yetiyor. Bu yıl ki en önemli piyasa
fiyatlayıcısı ise ülkenin tahvil ihaleleri. Gelen en küçük bir pozitif haber
bile borçlanma maliyletlerini azaltarak Euro üzerindeki baskıyı hafifletmeye
yetiyor. Tersi durumda da faizlerde yükseliş ve Euro/Dolar paritesinde bir
düşüşle piyasalar iki uçta salınıp duruyor. Geçtiğimiz haftalarda yaptığı
ihaleleri kazasız belasız atlatmalarına karşın Euro bölgesi bir süre daha, emlak
piyasasındaki fiyatlara dayalı kırılgan ekonomisiyle İspanya’dan gelecek
haberlere endeksli olacak.
İngiltere’ yi Zor Günler Bekliyor
Kıta
Avrupası borç sorunuyla uğraşırken Birleşik Krallık yaklaşan başkanlık seçimleri
öncesi yavaşlayan ekonomisiyle nasıl baş edeceğini düşünüyor. Nisan ayının son
haftasında açıklanan ve % 0,1’ lik büyüme beklentisine karşın % o,2 daralmaya
işaret eden ilk çeyrek sonuçları ülkenin epeydir unuttuğu bir kavramı yeniden
gündeme taşıdı: En son 1970’lerde karşılaşılan çift dipli resesyona yeniden
merhaba deniyor. Dahası, 2008 finansal krizinden bu yana ilk kez iki çeyrek üst
üste küçülerek resesyona girildiği de resmiyet kazanıyor.
İngiltere
ekonomisi küçülüyor. Küçülmeye rağmen enflasyonun merkez bankasının
hedeflediğinin üzerinde seyretmesi atılacak adımları daha da karmaşık hale
getiriyor. Yeni parasal genişlemenin miktarı da bu endişeler altında
netleşecek.
Ekonomik
daralmanın etkileri ilk olarak bankacılık sektöründe kendini hissettirdi.
Geçtiğimiz yıl 7 bin kişiyi işten çıkaran HSBC Bankası, bu yıl 2 binden fazla
çalışanının işine son verme kararı aldı. Avustralyalı National Australia Bank
(NAB) da İngiltere'de 1.400'den fazla çalışanının işine son vereceğini
açıkladı. Bu gelişmeler İngiltere'nin en büyük isçi sendikası Unite’ i de
harekete geçirdi. Sendika işten çıkarmalara karşı kampanya başlatacağını
bildirdi.
Bankaların
önümüzdeki dönemde şirketlere verdikleri kredilerde eskisi kadar rahat olamayacakları
ortada. 2008 yılında zirvesine ulaşılan kurumsal kredi hacminin 2016 yılına
kadar eski seviyesine gelemeyeceği söyleniyor. Bu kredilerin geri dönmemesiyle
oluşacak zararlarda da artış ihtimali söz konusu. KOBİ ve büyük şirketlerin daralacak
olan kredi hacmi dolayısıyla finansman sıkıntısı içine girmesi olası. Petrol
fiyatlarındaki dalgalanmayı da hesaba katarsak ülkenin nasıl bir büyüme
politikası uygulayacağı soru işaretleri yaratıyor.
Birleşik
Krallığın mevcdut şartlar altında İngiltere Merkez Bankası’ nın varlık
alımlarında yapacağı artırımlara dayalı bir büyüme ile piyasaya likidite
vermekten daha somut bir seçeneği görünmüyor gibi. Tüketicilerin harcanabilir
gelirlerinde önümüzdeki dönemde ücret artışları kaynaklı gelişme olmayacağı da
ortada. Umutlar yılın 2. yarısından sonra düşme eğilimine girmesi beklenen
enflasyonun büyümeye yapacağı katkı.
Önümüzdeki
dönemin kritik sorusu şu olacak: Dünyanın finans merkezlerinin başında gelen
Londra, ciddi bir ihraç ürünü bile olmayan ülkeyi belirsizliklerin giderek
arttığı küresel ortamda ne kadar daha taşıyabilecek? Cevabı sadece İngiltereyi
değil tüm dünyayı ilgilendiren bir soru..
KEREM L. AKILLI
Türk Telekom Investor Relations Associate