GİRİŞ
Şiilik
veya Şiâ, genel kabulle İslam mezheplerinden birisidir. Sünnilik'ten sonra
gelen ikinci büyük mezheptir. Sünni'lerin %73'lük oranına göre Şiiler İslâm
dünyası içerisinde %25'lik bir kısmı oluşturmaktadır, diğer %2'lik kısımlar ise
Haricilik gibi mezheplere mensup olan kişileri göstermektedir. Şiilik sözcüğü,
Câferîlik ile eş anlamlı olarak kullanılabilmektedir, hâlbuki Şiîlik veya Şiâ
hilâfet veya imamet sorununda tarihsel olarak "Ali'ye yandaş olan kişiler"
anlamına gelmektedir. Başlangıç dönemindeki bu ayrılık daha sonraki devirlerde
kendi kavramsal-teolojik alt yapısını oluşturarak mezhepleşmiştir.
Postmodern
dönemde tüm kavramlar köklü bir yeniden değerlendirmeye marûz kalırken, savaş
kavramı da paradigmal bir değişime uğramıştır. Artık ülkeler, dış dünyaya
müdahalelerine imkân sağlayabilecek ellerinde bulunan siyasi, ekonomik, dini,
kültürel ve bunların altbaşlıklarını ihtiva eden konularda sınır ötesi etki
alanı yaratabilmek adına amansız bir mücadele içerisindeler.
Küresel
hedeflere sahip bölgesel bir güç olan İran, 1979 İslam Devrimi’nden bugüne,
mezhep eksenli örtülü bir hibrit savaş
stratejisiyle dünyanın her yerinde etki alanını genişletmeye çalışmaktadır.
1.HİBRİT SAVAŞIN TANIMI VE GÜNÜMÜZDE
GELDİĞİ NOKTA
Hibrit savaş yeni bir kavram olmasına
karşın üzerinde hassasiyetle durulması gereken konulardan biridir. Kapsam
olarak görüşlere göre daralabilen yada genişleyebilen Hibrit Savaş, en basit
tanımıyla birden fazla savaş vasıtasının bir arada kullanılması sonucu ortaya
çıkan melez bir savaş türüdür. Kimi otoritelerce 4. nesil savaş olarak da
adlandırılır.
9 Kasım 2012’de Rusya Federasyonu(RF)
Genel Kurmay Başkanlığı görevine getirilen General Valery Gerasimov, “hibrit
savaş” olarak kavramsallaştırılan stratejinin mimarı kabul edilmektedir.
“Gerasimov Doktrini” olarak da adlandırılan hibrit savaş, “non-linear” war,
“kirli savaş” gibi farklı isimlerle de anılmaktadır. Gerosimov hibrit savaş
kavramına ilişkin düşüncelerini 27 Şubat 2013’te Military-Industrial Kurier
Dergisi’nde yayınlanan “The Value Of Science In Prediction” adlı makalesinde
ortaya koymuştur.
Gerasimov makalesinin giriş kısmında
savaşların doğası ve bu doğanın değişimi üzerinde durmaktadır. Savaşın
doğasının her geçen gün değiştiği vurgusunu yapan Gerasimov, Arap Baharı ve
Renkli Devrimler’den çıkarılabilecek önemli dersler olduğunu düşünmektedir.
Yaşanan devrimler bir devlete kendi içerisindeki unsurların dışarıdan yapılacak
bir müdahaleden çok daha büyük zararlar verilebileceğini göstermiştir.[1]
Hibrit savaş stratejisi de bu
süreçlerden çıkarılan derslerle oluşturulmuştur. Stratejinin temeli, barış
durumunu beyaz, savaş durumunu siyah olarak kabul edersek iki durum arasında
kalan gri bölgenin kullanılmasına dayanmaktadır. Gri bölgede askeri olmayan
kapasitenin yönlendirilmesi ve yönetilmesi konvansiyonel güç kullanımından çok
daha etkili olmaktadır. Askeri kapasitenin (regular military) hibrit savaş
içerisinde kullanılması ise belirlenen amaçlara ulaşıldıktan sonra elde edilen
kazanımın korunması için kullanılmaktadır.[2]
1.1. Hibrit Savaş Amaç ve Araçları
Hibrit savaşın öncelikli amacı, açık
bir harp ilan etmeden, hedef ülkeyi farklı vasıtalarla yıkmak, ele geçirmektir.
En kritik nokta ise, savaşan ile savunan kim tarafından ve ne için
savaştırıldığını anlayamadan olaya müdahil olmaktadır. Diğer bir tabirle sadece
kendisine verilen görevi istemsizce yerine getiren gruplar ve düşmanını sadece
karşısındaki sanan ve buna dönük stratejilerle kendini savunmayı deneyen
ülkelerin sonuç almak çok zor olan mücadelesidir.
Hedef ülkeye daha önceden sızdırılan
unsurlar vasıtasıyla hedef ülkenin halkı örgütlenmeye çalışılır. Bu konuda
Sosyal mühendislik çalışmalarının önemi büyüktür. Etnik, dini, siyasi, tarihsel
olaylar veya sorunlar, dezenformasyon ekibi tarafından kurgulanarak ve
kullanılarak halk veya bir bölümü kışkırtılır. Ayrıca hedef ülkeye sızan
istihbarat unsurları ve gayrinizami harp unsurları, hedef ülkenin hükümeti
hakkında karalama çalışmaları yapar. Varsa yolsuzluk belgeleri ortaya çıkarılır
veya düzmece belgeler hazırlanır. Hükümet üyelerinin ve ailelerinin lüks
yaşadıkları gibi iddialarla algı oluşturulmaya çalışılır. Bütün basın yayın
organlarında, sosyal ağlarda kara propaganda sürdürülür. Irkçı, ayrılıkçı
söylemlerle tekrar düzelmesi mümkün olmayan sosyal yaralar açılır. Halkın her
anlamda devlete ve hükümete isyan etmesi amaçlanır.
Sansasyonel ekonomik yaptırımlar
uygulanır. Ambargo, enerji kaynaklarının satışının kesilmesi gibi günlük hayatı
ve ekonomiyi doğrudan etkileyecek yaptırımlar tasarlanır ve uygulanır. Aynı
zamanda siber saldırılarla hedef ülkenin siber ağı çökertilir. Bankacılıktan
sağlığa kadar birçok alanda kurumların işlevlerini görmesi engellenir.
1.2. Hibrit Savaş Araçlarının Uluslararası Hukuktaki Yeri
Hibrit savaşın asıl özünü ise regular
military’nin savaş içerisinde kullanılmadığı süreçte kullanılan araç ve
yöntemler oluşturmaktadır. Kullanılan bu araç ve yöntemler saldırıda bulunulan
devletin konvansiyonel savaşlarda kullanılan savaş hukukunu, düzenli ordusunu
ve bu ordu için oluşturulan stratejisini, ittifak ilişkilerini ve uluslararası
ilişkilerin çatı örgütü olan Birleşmiş Milletler’in getirebileceği yaptırımları
büyük ölçüde engellemektedir. Bunun asıl nedeni ise iki devlet arasındaki savaş
durumunun hibrit savaşta ortaya çıkmamasıdır.[3]
Bu süreçte kullanılan araçlar
yaklaşımın esnekliğinden dolayı uygulamadan uygulamaya farklılaşmakla beraber,
stratejinin en önemli unsurlarından biri, düşman devlet içerisindeki
ayrılıkçı/muhalif unsurların desteklenmesi ya da desteklenecek bir
ayrılıkçı/muhalif unsurun oluşturulmasıdır. İkinci önemli unsur ise ayrılıkçı
unsurların ağırlık kazandığı bölgeye tespit/isnat yapılamayacak şekilde özel
kuvvetlerin sevkidir. Özel operasyon kuvvetlerinin yönetimi altında
ayrılıkçı/muhalif unsurların yönetimi ele geçirerek istenilen hedefin elde
edilmesi doğrultusunda yönetilmesi ise hibrit savaşın stratejik boyutunu
oluşturmaktadır.
1.3.Yakın Tarihte Örnek Hibrit Savaş Uygulamaları
Hibrit savaş stratejisine ilişkin olarak Gerasimov’un
yayını 2013 yılında olmasına rağmen hibrit savaşın farklı düzeyde uygulamaları
daha eskiye gitmektedir. I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nin İngiltere yönetimi
altındaki Hindu ve Müslüman unsurları kışkırtması en eski örneklerden biri
olarak gösterilmekle birlikte 2006 yılında Hizbullah-İsrail arasında
gerçekleşen çatışma, 2008 yılında yaşanan Gürcistan-Güney Osetya çarpışması
(sonraki süreçte RF-Gürcistan Savaşı), 2011 yılında İran’a gerçekleştirilen
STUXNET saldırısı ve 2014 yılında gerçekleşen Kırım’ın Ukrayna’dan bağımsızlık
süreci farklı yazarlar tarafından hibrit savaşa örnek olarak gösterilmektedir.[4]
Kırım’ın bağımsızlık süreci örnek vaka olarak ele
alınacak olursa hibrit savaş stratejisinin teorik yaklaşımlarının uygulanışı
daha net olarak anlaşılacaktır. Ukrayna’nın başkentinde AB taraftarı kitlelerin
Rus yanlısı yönetimi protesto üzerine, Kırım ve RF sınırındaki bazı bölgelerde
bulunan RF yanlısı unsurlar bölgelerinde protestolar ve yerel idareyi ele
geçirme teşebbüsünde bulunmuştur. Bu süreçte RF ordusu, sınıra yığınak yapmak
ve alarm durumuna geçmekle beraber Ukrayna karşısında düzenlik birliklerini
kullanmamış fakat ayrılıkçı unsurlara insan haklarına aykırı müdahalelere karşı
koruma tedbirlerine başvuracağını açıklamıştır.
Kırım’da ise daha sonradan RF Özel Kuvvetleri (GRU,
SPETNAZ) oldukları anlaşılan, Avrupa medyası tarafından little green man olarak
adlandırılan kimlikleri ve aidiyetleri belli olmayan, iyi eğitimli ve ağır
silahlı, yüksek koordinasyona sahip gruplar kritik öneme sahip yapıları, hızlı
ve en az çatışmaya girecek şekilde işgal etmiştir. Ukrayna ve AB tarafından
Kırım’daki organize güçlerin RF Birliği olduklarını iddialarını RF Devlet
Başkanı V. Putin kesin bir dille reddederken, Savunma Bakanı Sergey Shouygu bu
durumu karanlık bir odada siyah bir kedi aramaya benzetmiş ve özellikle bu kedi
akıllı cesur ve kibarsa(polite) kediyi aramanın aptalca olacağını eklemiştir.
Shouygu’nun bu tarifinden sonra “little green man” tabirinin yerini “polite
man” tabiri almıştır. Polite man’lerin yönetimi altındaki Kırım’da ancak
bağımsızlık referandumu ve RF’ye bağlanma kararının alınmasından sonra Rus
düzenli birlikleri Kırım’a girmiştir.
Yukarıda verilen Kırım örneği hibrit savaşın iki unsurunu
ortaya koymaktadır. Özel birliklerin organize bir şekilde yaptıkları operasyon hibrit
savaşın ağ merkezliliğini (network centric), RF düzenli birliklerinin savaşa
karışmadan sonuç alınması ise hibrit savaşın temassız (non-contact) olduğunu göstermektedir.[5]
2.İRAN SİYASETİ VE MEDENİYET PARADİGMASI
İran,
sahip olduğu çok eski medeniyet ve fakat oldukça yeni bir devlet çatışması
içerisinde küresel bir mücadele vermektedir. İranlılar çok eski ve görkemli bir
devlet geleneğine sahiptir; bununla gurur duyarlar ve İranlılık kimliği ön
plandadır. Örneğin, eski İran’ın başşehri Persepolis’teki heykellerden biri
İran havayollarının simgesidir. Ayrıca günlük hayata yansıyacak biçimde
giyim-kuşamdan mücevher dizaynına pek çok alanda eski kültür unsurlarını
kullanırlar. Denebilir ki; İran’da milliyetçi ve kültürel aidiyet unsurları
neredeyse dini aidiyetin önündedir. Birçok Şii ulemanın günümüzde hala
özellikle Hz. Ömer (Rha)’e karşı öfkelerinin temelinde yatan esas unsur budur.
Zira O’nu ve beraberindeki Araplardan müteşekkil orduyu, büyük ve asil Pers
İmparatorluğu’nu yıkan bedevi sürüsü olarak görürler.
İran’ın etki sahası, sınırlarını
aşmış durumdadır. 1979’ daki İslam Devrimi’nden sonra, egemenlik ve meşruiyet
anlayışı Humeyni’nin “Velâyet-i Fakih”
nazariyesine dayanan yeni İslam Cumhuriyeti, süreç içerisinde
uluslararasılaşmak zorunda kalmasının getirdiği ihtiyaçla, Şiâ ile benzer
akîdevi zemine sahip coğrafyalarda hinterland arayışına girmiştir.[6]
2.1.İranın Konumu ve Güvenlik Politikalarına Etkisi
Coğrafi konum olarak İran’ın
incelenmesi ülkenin Ortadoğu siyaseti açısından neden önem arz ettiğini ortaya
koyması açısından önemlidir. Ayrıca, ülkenin neden bir güvenlik unsuru olarak
incelenmesi gerekiği hakkında da fikir vermesi açısından bu inceleme önemlidir.
İran’ın Ortadoğu ülkesi olarak
sayılıp sayılamayacağı hakkında bir tartışmalar süredursun, karadan Türkiye ve
Irak ile denizden ise Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap
Emirlikleri ve Umman ile komşu olması, kaçınılmaz olarak İran’ı Ortadoğu
dışında tutmamıza engel olmaktadır. Bununla birlikte,muhatap olduğu siyasi ve
dini konular da göz önünde tutulunca İran, Ortadoğu coğrafyasının göz ardı
edilemez bir parçası olarak yerini almaktadır.
İran, etrafı çoğunlukla
istikrarsızlık ve güvensizlikle dolu bir coğrafyada yer almaktadır.
Komşularından olan Irak’la yakın bir geçmişte uzun süren bir savaş yaşamıştır.
Ayrıca, 2003 yılında ABD tarafından Irak’a müdahale başlatılmasıyla Irak iç
karışıklıkların yoğunlaştığı bir ülke haline gelmiştir. Diğer komşuları olan
Ermenistan ve Azerbaycan Karabağ sorunu nedeniyle her an çatışma tehdidi
altında yaşamaktadırlar. Afganistan ise hem uzun yıllardır istikrarsızlığın
sembolü olmuş bir ülke olarak İran’ın komşuları arasında yer almaktadır. Ayrıca
küresel terörün geliştiği en önemli kaynak olarak Afganistan son derece
önemlidir. Afganistan yakın bir geçmişe kadar önce ABD sonra da NATO’nun El
Kaide ve Taliban’a karşı yürüttüğü operasyon sayesinde sıcak savaş alanı idi.
Pakistan ise hem kendi içindeki istikrarsızlıklardan hem de Belucistan sorunu[7] nedeniyle İran için sürekli bir tehdit unsuru
olarak algılanmaktadır.[8]
Çok uluslu bir topluma sahip olan
İran’da etnik unsurlar sınır bölgelerine yakın şekilde yerleşmiş olduklarından
her zaman için dış etkiye maruz kalma potansiyeline sahiptirler.[9]
Konunun bir diğer yönü ise enerji
trafiği açısından İran’ın konumunun önemidir. İran, dünya petrol ve doğalgaz
rezervlerinin büyük çoğunluğunun yer aldığı Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerini
birleştiren bir köprü konumundadır. Bu konudaki esas önemli nokta ise İran’ın
Hürmüz Boğazı vesilesiyle sahip olduğu stratejik konumdur. Hürmüz Boğazı Basra
Körfezi’nin düyaya açılan yegane kapısı konumundadır. Tüm dünyadaki petrol
trafiğinin yaklaşık %40’ı Basra Körfezi üzerinden akmaktadır. Bab-el Mandeb
Boğazı ile birlikte Hürmüz Boğazı Ortadoğu petrolünün %75’inin dünya ile
buluşmasını sağlamaktadır.[10]
Hürmüz Boğazı’nın diğer yakasında yer
alan Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri ve Basra Körfezi’ne kıyısı bulunan
diğer ülkeler (Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Irak) için İran ciddi
bir güvenlik sorunu ortaya çıkarmaktadır. Bu ülkelerin (Irak dışında) kendi
aralarında kurdukları Körfez İşbirliği Örgütü (KİÖ) ve bu örgütün altında
oluşturdukları Körfez Savunma Kalkanı’nın
İran kaynaklı tehdit algısının bir sonucu olduğu söylenebilir. Zaman
zaman İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatmak tehdidini ABD ve batı dünyasına yönelttiğine
de şahit olmaktayız.
2.2.İran’ın Bölgesel Bir Güç Kabul
Edilmesini Gerektiren Sebepler
İran’ın Ortadoğu ülkeleri ile
karşılaştırıldığında bölgesel bir güç olmasını sağlayacak bir takım etmenler
mevcuttur. Her şeyden önce 80 milyonluk nüfusuyla bölgedeki en büyük nüfusa
sahip ülkedir. Bu nüfusa bağlı olarak hiç bir Ortadoğu ülkesinin sahip olmadığı
kadar büyük bir orduya sahiptir. Aktif bir dış politika anlayışına sahip
olduğundan Ortadoğu meselelerinde söz sahibi olma arzusundadır.
Bununla birlikte, nükleer program
sahip olması ve bu programı ısrarla sürdürmek istemesi her zaman için ilginin
üzerinde toplanmasını sağlamaktadır. Rusya ve Çin’le olan yakın işbirlikleri de
dikkate alındığında, her an güvenlik tehdidi olabilecek potansiyele sahiptir.
Son olarak, hem dini hem siyasi saiklerle Irak, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerde
gerek rejimlere destek sağlayabilmesi gerekse destek olduğu ve kullandığı bir
takım güç gruplarının olması İran’ın Ortadoğu açısından bölgesel bir güç olarak
kabul edilmesini sağlayan etmenlerdir.[11]
2.3.Devrimci
İslam İdeolojisinin İran Dış Politikasına Etkileri
Dış politikada aktif bir siyaset
yürüten İran'ın bu politikasını etkileyen bir takım faktörler bulunmaktadır. Bu
faktörler arasında, jeopolitik konum, İran ulusçuluğu, batı karşıtlığı, etnik
sorunlar, ekonomik çıkarlar, uluslararası normlar ve yöneticilerin kişiliği ve
dünya görüşü gibi etmenler sayılabilir.[12] Ancak, Ortadoğu açısından konu ele alındığında İran'ın uyguladığı
siyaset bakımından en kritik etmenin devrimci İslam ideolojisi olduğu
söylenebilir.
İran, 1979 devrimi ile İslam Devleti
olmuştur. Kurulan bu İslam Devleti, bir takım ideolojik temeller üzerine
oturtulmuştur. Doğal olarak bu ideoloji İslami bir temele dayanmaktadır. Devrim
sonrası İran'ın ideolojik temelleri şu şekilde özetlenebilir:[13]
·
Evrensel bir İslam
yönetiminin kurulmasına çalışmak,
·
Ezenler karşısında
ezilenleri desteklemek,
·
İran İslam
Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunması,
·
Müslümanların haklarını
savunmak,
·
İran İslam Devrimi’nin
ihracı.
Bu ideolojik temellerin bir ülkenin
dış siyasetini açıklamak için yeterli olmayacağını belirtmek gerekir. Ancak,
Ortadoğu'daki dini hassasiyetler göz önünde tutulduğunda, İran tarafından uygulanan
politikaya dayanak olması açısından son derece önemlidir. Esasında İran'ın
Ortadoğu güvenliğine karşı oluşturduğu tehdit yukarıdaki temellere
dayanmaktadır.
Öncelikle İran, devrim ihracı
söylemiyle tehlikeyi kendi sınırlarından uzakta tutulmaktadır.[14]
Irak, Suriye, Lübnan ve hatta Yemen'de İran'ın desteklediği oluşumlar hep
gündemde kalmakta ve güvenlik tehdidinin esas merkezi konumunda olması gereken
İran hep arka planda kalmaktadır. İran yıllardan beri Suriye rejimine veya
Hizbullah'a verdiği destekle Ortadoğu'da güvensizlik yaratan unsurları
kışkırtmaktadır ancak bu konuların tamamı İran'ın kendi topaklarının uzağında
gerçekleşmektedir.
2.4.Devrim İhracı veArap Dünyasındaki Etkileri
İran devrim ihracı söylemini Arap
dünyasına yayılmak için de kullanmaktadır. Bu yolla Ortadoğu güvenliğine
doğrudan tehdit oluşturmaktadır. Örneğin 1980-1988 arası sürmüş olan İran-Irak
savaşının temel sebebi İran'ın bu devrim ihracı girişimlerinin engellenmesidir.
İran'ın devrim ihracını gerçekleştirmesi engellenmiştir ancak, uzun süren savaş
devrimin İran içinde güçlenmesini sağlamıştır.[15]
Dini söylemler üzerine oturtulmuş bir dış politika uygulayarak İran’ın
Ortadoğu’da çoğu batı yanlısı olan rejimlerden çok halkları kazanmaya yönelik
bir strateji uyguladığını söylemek mümkündür.[16]
Burada ortaya çıkan sorun ise İran’ın
uygulamaya çalıştığı Şii politikasının aslında beklenen etkiyi
görterememesidir. Bunun en büyük sebepleri bölgedeki Sünni oluşumların İran’ın
bölgedeki varlığından hoşnut olmamaları ve İran dışındaki Şii oluşumların da
yine İran’ın bölgede çok etkin olmasına karşı temkinli davranmalarıdır. İran’da
uygulanan Velayet-i Fakih sistemi ve Necef-Kum Okulları arasındaki dini
yaklaşım farkları nedeniyle İran’ın bölgedeki özellikle de Irak’taki diğer diğer
dini söylemler üzerine oturtulmuş bir dış politika uygulayarak İran’ın
Ortadoğu’da çoğu batı yanlısı olan rejimlerden çok halkları kazanmaya yönelik
bir strateji uyguladığını söylemek mümkündür.[17]
Burada ortaya çıkan sorun ise İran’ın
uygulamaya çalıştığı Şii politikasının aslında beklenen etkiyi
görterememesidir.Bunun en büyük sebepleri bölgedeki Sünni oluşumların İran’ın
bölgedeki varlığından hoşnut olmamaları ve İran dışındaki Şii oluşumların da
yine İran’ın bölgede çok etkin olmasına karşı temkinli davranmalarıdır.
İran’da uygulanan Velayet-i Fakih
sistemi ve Necef-Kum Okulları arasındaki dini yaklaşım farkları nedeniyle
İran’ın bölgedeki özellikle de Irak’taki diğer Şii gruplar üzerinde çok etkin
olamadığı söylenebilir.[18]
Ancak, son zamanlarda yaşanan gelişmeler bu durumun değiştiğini göstermektedir.
ABD’nin 11 Eylül sonrası başlattığı Irak operasyonunun ardından ülkeden
çekilmesiyle birlikte Irak’ta yönetime İran tarafından yönlendirilebilecek
kişiler geçmiştir. Dolayısıyla İran’ın Irak üzerinde artık daha etkin bir
siyaset uyguladığı söylenebilir.
2.4.1.İran’ın
Ortadoğu’daki Etki Alanları ve Şii Hilali
İran’ın Ortadoğu’da doğrudan etki
ettiği rejimler veya kendi amaçları doğrultusunda kullandığı güç grupları
olduğununa daha önce değinilmişti. Beşar Esed’in yönetimi döneminde ortaya
atılmış Şii Hilali söylemi, İran’ın Ortadoğu’daki etkinlik alanlarını ortaya
koyan bir söylemdir. Şii Hilali ile kastedilen İran’dan başlayan ve Irak,
Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’da bulunan Şii
azınlığı içerisinde alan bir coğrafyadır. Her ne kadar kendisi tarafından kabul
görmese de İran, bu coğrafyadaki Şii nüfus aracılığıyla Ortadoğu siyaseti
üzerinde etkin olmaya çalışmaktadır. İran’ın tüm Ortadoğu politikası muhakkak
ki bir tek Şii coğrafyası bağlamında açıklanamaz. Ancak bu husus görmezden
gelinmemesi gereken bir İran tarafından en azından bir politika aracı olarak
kullanıldığı söylenebilir.[19]
Somut olarak İran’ın takip ettiği siyasetin ana eksenleri şu şekildedir:
·
İran – Suriye ilişkileri: Suriye’de
1973 yılında iktidara gelmiş olan ve Nusayri inancına sahip Hafız Esed devrim
öncesi İran’da Şah Pehlevi karşıtı gelişen muhalefete destek sağlamıştır. İslam
Devrimi’nden sonra ise yeni oluşan rejimle Suriye rejimi arasındaki dostane
ilişkiler devam etmiştir. İran – Irak Savaşı esnasında Suriye, Arap dünyasının
genelinin aksine İran tarafında yer almıştır. Suriye rejimine karşı Müslüman
Kardeşler tarafından başlatılan ayaklanmanın bastırılması esnasında Suriye
rejimi tarafından Hama’da 1982 yılında gerçekleştirilen katliam konusunda ise
İran, Suriye’yi desteklemiştir.[20]
İran’ın Suriye’yle olan bu yakın
temasının ana dayanak noktasını Suriye’nin İsrail ile olan sorunları
oluşturmaktadır. İslam adına İsrail ile olan savaşında Müslüman bir devleti desteklemek,
İran’ın Suriye politikasını temellendirdiği dayanak noktasıdır. İsrail
karşıtlığı temelinde Suriye kanalıyla bölge siyasetine müdahale şansı
yakalamaktadır. Suriye açısından ise rejimin varlığını devam ettirebilmesi için
gerekli desteği bulduğu dayanak noktasıdır. Bu durum halen devam etmektedir.
Arap Baharı adı altında yaşanan gelişmelerin İran devriminden esinlendiğini
iddia eden İran, Suriye’deki özgürlükçü ayaklanmalara karşı ise Suriye rejimini
açıkça desteklemektedir. 2013 yılında İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in
danışmanı Ali Ekber Velayeti, Esed rejiminin devamını İran’ın kırmızı çizgisi
olarak açıklamıştır.
İran’ın Suriye
konusunda yürüttüğü bu politika, Ortadoğu güvenliğine nasıl bir tehdit oluşturduğunun
açık örneği olarak karşımızda durmaktadır. Suriye rejimine hem doğrudan hem de
Hizbullah aracılığıyla destek sağlayan İran, rejimin en önemli dayanak
noktalarından bir tanesidir. Ancak, bu destek sayesinde ne muhalifler ne de
mevcut rejim karşı tarafa üstünlük sağlayabilmiştir. Ülke bir kaosun içerisine
sürüklenmiştir. IŞİD gibi bir örgütün Suriye’de gelişip hem bölgeye hem de tüm
dünyaya bu denli büyük bir tehdit oluşturması, bu ülkedeki kaotik ortam
sayesinde olmuştur.
·
İran – Lübnan ilişkileri: Lübnan’da
da İran Suriye örneğinde olduğu gibi İsrail karşıtlığı temelli bir siyaset
yürütmektedir. İsrail’e karşı mücadele eden Hizbullah, İran’ın Lübnan’daki en
önemli etki aracıdır. Lübnan’da Şiileri temsil eden bir siyasi parti olarak
İran Devrimi’nden etkilenerek 1982’de kurulan Hizbullah’ın mücadele aracı
olarak kullandığı askeri kanadı da bulunmaktadır. Hizbullah, İran’ın
ideolojisini ihraç etmek için kullandığı ve açıkça desteklediği bir örgüttür.[21]
Hizbullah’ın İsrail’e karşı yürüttüğü
mücadelenin arkasında İran’ın olduğunu söylemek yerinde olur. 2006 yılında
İsrail’e karşı kazanılanılan başarı ile başlayan süreç Hizbullah’ın giderek
güçlenmesini ve böylelikle İran’ın etkinliğini artırmasını sağlayan bir
doğrultuda ilerlemiştir.[22]
Son zamanlarda yaşanan gelişmeler dikkate alındığında İran’ın Suriye rejimini
desteklemek için bir araç olarak da Hizbullah’ı kullandığını belirtmek yerinde
olur.
·
İran – Filistin ilişkileri: “İsrail
düşmanlığı” özünden dolayı devrim sonrası İran, geleneksel olarak Filistin
meselesinin savunuculuğunu yapmaktadır. İsrail’e karşı İran, 1991’de başlayan
barış süreci ile birlikte Hamas’ı desteklemeye başlamıştır.
Son zamanlarda Suriye’deki savaş
hakkındaki görüş ayrılıklarından dolayı kırılgan bir ilişki söz konusu olsa da
İran, Hamas’a desteğini sürdürmektedir. Irak’ın dizaynı temelinde ABD – İran
yakınlaşması dolaylı olarak İsrail ile de yakınlaşmayı getirmektedir. İran
Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Amir Abdullahyan 2014 yılı Ekim ayında
“Beşar Esed rejimi IŞİD'e yenik düşerse, İsrail'in güvenliği de tehlike altına
girer.” açıklamasını yapmıştır.[23]
Yıllarda beri İran tarafından “küçük
şeytan”[24]
olarak tanımlanan İsrail’in güvenliğini önemseyen bu açıklama İran’ın dış
siyasetinin temel dayanaklarının sorgulanmasını gerektirmektedir. Dini bir
retorikle İsrail’e karşı Filistin savunuculuğu üzerine bir dış politika kurmuş
olan İran, kendiyle çelişmektedir. Bunun yanısıra, 2014 yılında gerçekleşen
Gazze saldırılarında ve İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa’ya girmesi olayında
İran’dan İsrail’e karşı herhangi bir tepki gelmemiştir. İsrail’in bu tavrı,
Irak ve Suriye’deki istikrarsız durumlardan faydalanarak etki alanını mümkün
olduğunca genişletmek istemesinden ve İsrail ile bu ortamda karşı karşıya
kalmak istememesinden; bununla birlikte, P5+1 ülkeleriyle yürüttüğü nükleer
müzakerelerin sekteye uğramasından çekindiğinden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla, İran’ın dış siyasetinin salt dini saiklerle belirlendiğini
söylemek mümkün olamamaktadır.
·
İran – Irak ilişkileri: 1980-1988
yılları arasında iki ülke arasında sürdürülen savaş 1 milyon insanın ölümüne
sebep olmuştur. 2003 Irak müdahalesi sonrası Irak’taki gelişmeler İran’ın
lehine sonuçlar ortaya çıkardı. Bu müdahale ve sonrasındaki dönemde Irak
siyasetinin dengelerini değiştirecek gelişmeler yaşanmıştır. Sünni azınlık
iktidarı kaybederek Şii çoğunluk iktidara getirilmiştir.[25]
Irak’ta yaşanan bu değişim, öncesinde Afganistan’da El-Kaidenin sona
erdirilmesi ile birleştirildiğinde 11 Eylül sonrası yaşanan gelişmelerin İran
açısından olumlu sonuçlar doğuracak bir şekilde ilerlediği söylenebilir.[26]
Irak’ta “demokratik” bir yönetim
oluşturulması için ABD ile işbirliği yapılmıştır. 2007 Bağdat görüşmelerinde
iki ülke ilk defa büyükelçiler seviyesinde diplomatik ilişki yürütmüştür.
Irak’ta oluşturulan yeni hükümette Şii ağırlıklı yönetim iş başına geldi. Irak
yönetimi tarafından Sünnileri ve Kürtleri dışlayıcı bir politika takip edildi.
İran destekli bu politika Irak’taki istikrarsızlığı körükleyici bir etki
yapmaktadır. Sünni bir örgüt olarak ön plana çıkan IŞİD’e karşı mücadelede
sünnilerin yeterli desteği vermemiş olmalarında bu dışlayıcı politikanın etkisi
büyüktür.
2.4.2.İran’ın Anadolu ve Balkanlardaki Şiilik(Caferilik)
ve Bektaşilik Üzerinden Yayılma Politikaları
1979 İran Devrim Anayasası’nda, devletin
dininin İslam, mezhebinin ise Caferilik olduğu belirtilmektedir. Türkiye’de
Caferi mezhebine mensup önemli bir kitle bulunmaktadır. Caferilerin din
adamlarının önemli bir kısmı Kum’da eğitiliyor. Türkiye’deki Caferilerin
itikadi noktada İran ulemasına olan bağlılıkları, kritik karar aşamalarında
siyasi duruşlarında da temel rol oynamaktadır.
İran’ın devrim sürecinin başından
beri Türkiye’deki Alevi-Bektaşilerle de yakından ilgilendiği bilinmekte. Pek
çok Alevi Dedesi’nin kafileler halinde İran’a götürülüp gezdirildiği de basına
yansıyan haberler arasında.[27]
Bu bilgiler bile, hızı azalsa da İran’ın devrim ihracından, daha doğru bir
ifadeyle Şiiliği yayma politikasından hiçbir zaman vaz geçmeyeceğini akla
getirmektedir.[28]
Balkanların fethinde önemli roller
üstlenen kolonizatör Türk dervişleri, gittikleri her yere Ahmet Yesevi’nin,
Hacı Bektaş Veli’nin insan anlayışını taşımış ve yaşatmışlardır. Balkanları
Türk ve Müslüman yapan bu bakış açısı, temsilcileri ile günümüze taşınmıştır.[29]
Bektaşi tarikati, bahsekonu
coğrafya’da tarikatler arasında hakim tarikat olma özelliğini günümüzde de
sürdürmektedir. O kadar ki, itikadi ve ameli noktada bölgedeki diğer Sünni
tarikatleri bile büyük ölçüde etkilemiştir.
Alevi-Bektaşi geleneği itikadi
konularda Caferilikle büyük paralellikler göstermesi, İran’ın bölgeye ilgi
göstermesi için hazır bir zemin oluşturmuştur. Hatta bazı Bektaşiler, Şii
olduklarını iddia edecek kadar bu ilgiyi kolaylaştırmışlardır. İran’ın
bölgedeki faaliyetleri hiç de küçümsenecek gibi görünmemekte. Kurmuş olduğu üç
vakıfla bölgede faaliyet yürütmekte olan İran, Bektaşi çocukları İran’a
götürerek eğitmektedir[30]
SONUÇ
İran İslam Devrimi’nin üzerinden 34
sene geçti. “İslam Devrimi”nin hemen çökeceğini düşünenler hayal kırıklığına
uğradılar ve sürecin uzaması ile ilgili sebepler aramaya başladılar. Devrimin
başlangıcında dikkat çeken Humeyni’nin yüksek İslam vurgusunun güçlenerek devam
edeceğini, Şiilik’ten öte “ümmet” bilincinin öne çıkacağını hayal edenler de
hayal kırıklığına maruz kaldılar.
Ortadoğu’nun Türkiye ile birlikte
devlet geleneği olan iki ülkesinden biri olan İran, İslam Devrimi ile inişli
çıkışlı bir süreç yaşamaktadır. Devrimin ilk yıllarında “devrim ihracı” resmi
politika olarak belirlenmiştir. Her ne kadar daha sonra zaman zaman ciddi içe
kapanma dönemleri yaşanmış ise de İran, başta Filistin olmak üzere
Müslümanların sorunlarına hiç ilgisiz kalmamıştır.[31]
Humeyni’nin Salman Rüşdi için ölüm fermanı yayınlamış olması da bu doğrultuda
anlaşılabilir. İran nükleer teknolojiye sahiptir ve bölgesel güç olabilmek
amacıyla nükleer silah üretme yolundadır. İran’ın Türkiye ile rekabet halinde
olduğu sıklıkla dile getirilir.
Komşu coğrafyası olan Türkiye’de, Alevilik
ve Caferîlik üzerinden, Balkanlar’da da
yine benzer şekilde Bektaşilik yoluyla, çok yakın zamanda da, kıtada zemin
oluşturmaya çalışan tüm güçlerin yaptığı şekliyle Afrika’da ekonomik
yardımlarla destekli siyasi ve dini nüfuz alanı elde etmeye çalışmaktadır.
Mevcut tablo, İran’ın direkt Türkiye üzerinde olduğu gibi, Türkiye’nin etki
alanında (Balkanlar) olan ve etki alanı yaratmaya çalıştığı (Afrika) bölgelerde
de nüfuz oluşturma çabaları açıktır. Kendisine en büyük tehdit olarak
Türkiye’nin başını çekeceği Sünni bir İslam bloğunu gören İran, yakın gelecekte
de bölgesel gerilimlerden azami derecede faydalanarak etki alanını genişletmeye
çalışacaktır.
KAYNAKÇA
·
ASL,
Nasır Kashef, (2011), “Bir İslam Cumhuriyeti Dış Politikası’nın Oluşumunu
Etkileyen Etmenler: Bir İranlı Görüşü”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Ed.), Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Ankara:
Barış Kitap, 2011, s.144.
·
BARZEGAR,
Kayhan, (2010), İran, Ortadoğu ve Uluslararası Güvenlik, Ortadoğu Analiz, 2(21), s.91.
·
Business
Monitor International, (2012), Egypt
Defence and Security Report Q2 2012, (E.T: 09.01.2015).
·
DEMİR,
Ali, (2014), “İran’ın Basra Körfezi’ni Bloke İhtimali ve Hürmüz Boğazı’ndan
Geçişlerin Uluslararası Hukuk Açısından Analizi”, Savunma Bilimleri Dergisi, 13(1), s.111.
·
ERMİŞ,
Uğur, “Hibrit Savaş ve Siber Uzay”, https://siberbulten.com/makale-analiz/hibrit-savas-ve-siber-uzay/
(Erişim) 06.05.2015
·
ONAT, Hasan “İran İslam Devrimi
Ve Şiîlik”, Mezhep Araştırmaları, VI/2 (Güz 2013), s. 240.
·
SALİHİ,
Emin, (2011), “Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler ve “Şii Hilali” Söylemi”, Bilge Strateji, 2(4), s.185.
·
ŞAHİN,
Mehmet, (2011), “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, Türel
Yılmaz ve Mehmet Şahin (Ed.), Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Ankara:
Barış Kitap, 2011, s.185.
·
GERASİMOV,
Valery, “The Value Of Science In Prediction”, Military-Industrial Kurier, Şubat
2013, s.24.
·
(Erişim)
http://www.sabah.com.tr/dunya/2014/10/13/iran-esad-duserse-israil-tehlikeye-girer (09.01.2015)
[1] Valery Gerasimov, “The Value Of
Science In Prediction”, Military-Industrial Kurier, Şubat 2013, s.24. (Erişim),
http://usacac.army.mil/CAC2/MilitaryReview/Archives/English/MilitaryReview_20160228_art008.pdf, 21.06.2014.
[4] Uğur
Ermiş, “Hibrit Savaş ve Siber Uzay”, https://siberbulten.com/makale-analiz/hibrit-savas-ve-siber-uzay/,
06.05.2015
[6] M.
Serkan Taflıoğlu, “İran İslam Cumhuriyeti’nde Egemenlik ve Meşrûiyet Kaynağı ‘Velâyet-İ
Fakih’”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt. 68, Sayı. 3, 2013, s. 97-100.
[7] Gün Taş, İran’ın
İçindeki Zayıf Kaleler – Etnik Sorunlar II: Sistan- Belucistan, 03.08.2013, (Erişim),
http://akademikperspektif.com/2013/08/03/iranin-icindeki-zayif-kaleler-etnik-sorunlar-ii-sistan-belucistan/, 09.01.2015.
[8] Nasır
Kashef Asl, “Bir İslam Cumhuriyeti Dış Politikası’nın Oluşumunu Etkileyen
Etmenler: Bir İranlı Görüşü”, Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Türel Yılmaz ve
Mehmet Şahin (Ed.), Ankara: Barış Kitap, 2011, s.144.
[9] Agm,
s.148.
[10]
Ali Demir, “İran’ın Basra Körfezi’ni Bloke İhtimali ve Hürmüz Boğazı’ndan
Geçişlerin Uluslararası Hukuk Açısından Analizi”, Savunma Bilimleri Dergisi,
Cilt: 13, Sayı 1, 2014, s.111.
[11] Business
Monitor International, “Egypt Defence and Security Report Q2 2012”, s.36.
[12] Asl,
“Bir İslam Cumhuriyeti Dış Politikası’nın Oluşumunu Etkileyen Etmenler: Bir
İranlı Görüşü”, s.141.
[14] Mehmet
Şahin, “İran Dış Politikasının dini Retoriği”, Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Ed.),
Ankara: Barış Kitap, 2011, s.165.
[18] Mehmet
Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Ed.),
Ankara: Barış Kitap, 2011, s.185.
[19] Emin
Salihi, “Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler ve “Şii Hilali” Söylemi”, Bilge
Strateji, Cilt: 2, Sayı 4, 2011, s.185.
[22] Kayhan
Barzegar, “İran, Ortadoğu ve Uluslararası Güvenlik”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 2,
Sayı 21, 2010, s.91.
[23]
(Erişim) http://www.sabah.com.tr/dunya/2014/10/13/iran-esad-duserse-israil-tehlikeye-girer,
(09.01.2015).
[24] Şahin,
“Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, s.184.