31 Ocak 2017 Salı

İRAN VE HİBRİT SAVAŞ ARACI OLARAK ŞİÎZM


GİRİŞ
Şiilik veya Şiâ, genel kabulle İslam mezheplerinden birisidir. Sünnilik'ten sonra gelen ikinci büyük mezheptir. Sünni'lerin %73'lük oranına göre Şiiler İslâm dünyası içerisinde %25'lik bir kısmı oluşturmaktadır, diğer %2'lik kısımlar ise Haricilik gibi mezheplere mensup olan kişileri göstermektedir. Şiilik sözcüğü, Câferîlik ile eş anlamlı olarak kullanılabilmektedir, hâlbuki Şiîlik veya Şiâ hilâfet veya imamet sorununda tarihsel olarak "Ali'ye yandaş olan kişiler" anlamına gelmektedir. Başlangıç dönemindeki bu ayrılık daha sonraki devirlerde kendi kavramsal-teolojik alt yapısını oluşturarak mezhepleşmiştir.

Postmodern dönemde tüm kavramlar köklü bir yeniden değerlendirmeye marûz kalırken, savaş kavramı da paradigmal bir değişime uğramıştır. Artık ülkeler, dış dünyaya müdahalelerine imkân sağlayabilecek ellerinde bulunan siyasi, ekonomik, dini, kültürel ve bunların altbaşlıklarını ihtiva eden konularda sınır ötesi etki alanı yaratabilmek adına amansız bir mücadele içerisindeler.
Küresel hedeflere sahip bölgesel bir güç olan İran, 1979 İslam Devrimi’nden bugüne, mezhep eksenli örtülü bir hibrit savaş stratejisiyle dünyanın her yerinde etki alanını genişletmeye çalışmaktadır.

1.HİBRİT SAVAŞIN TANIMI VE GÜNÜMÜZDE GELDİĞİ NOKTA
Hibrit savaş yeni bir kavram olmasına karşın üzerinde hassasiyetle durulması gereken konulardan biridir. Kapsam olarak görüşlere göre daralabilen yada genişleyebilen Hibrit Savaş, en basit tanımıyla birden fazla savaş vasıtasının bir arada kullanılması sonucu ortaya çıkan melez bir savaş türüdür. Kimi otoritelerce 4. nesil savaş olarak da adlandırılır.

9 Kasım 2012’de Rusya Federasyonu(RF) Genel Kurmay Başkanlığı görevine getirilen General Valery Gerasimov, “hibrit savaş” olarak kavramsallaştırılan stratejinin mimarı kabul edilmektedir. “Gerasimov Doktrini” olarak da adlandırılan hibrit savaş, “non-linear” war, “kirli savaş” gibi farklı isimlerle de anılmaktadır. Gerosimov hibrit savaş kavramına ilişkin düşüncelerini 27 Şubat 2013’te Military-Industrial Kurier Dergisi’nde yayınlanan “The Value Of Science In Prediction” adlı makalesinde ortaya koymuştur.

Gerasimov makalesinin giriş kısmında savaşların doğası ve bu doğanın değişimi üzerinde durmaktadır. Savaşın doğasının her geçen gün değiştiği vurgusunu yapan Gerasimov, Arap Baharı ve Renkli Devrimler’den çıkarılabilecek önemli dersler olduğunu düşünmektedir. Yaşanan devrimler bir devlete kendi içerisindeki unsurların dışarıdan yapılacak bir müdahaleden çok daha büyük zararlar verilebileceğini göstermiştir.[1]

Hibrit savaş stratejisi de bu süreçlerden çıkarılan derslerle oluşturulmuştur. Stratejinin temeli, barış durumunu beyaz, savaş durumunu siyah olarak kabul edersek iki durum arasında kalan gri bölgenin kullanılmasına dayanmaktadır. Gri bölgede askeri olmayan kapasitenin yönlendirilmesi ve yönetilmesi konvansiyonel güç kullanımından çok daha etkili olmaktadır. Askeri kapasitenin (regular military) hibrit savaş içerisinde kullanılması ise belirlenen amaçlara ulaşıldıktan sonra elde edilen kazanımın korunması için kullanılmaktadır.[2]

1.1. Hibrit Savaş Amaç ve Araçları
Hibrit savaşın öncelikli amacı, açık bir harp ilan etmeden, hedef ülkeyi farklı vasıtalarla yıkmak, ele geçirmektir. En kritik nokta ise, savaşan ile savunan kim tarafından ve ne için savaştırıldığını anlayamadan olaya müdahil olmaktadır. Diğer bir tabirle sadece kendisine verilen görevi istemsizce yerine getiren gruplar ve düşmanını sadece karşısındaki sanan ve buna dönük stratejilerle kendini savunmayı deneyen ülkelerin sonuç almak çok zor olan mücadelesidir.

Hedef ülkeye daha önceden sızdırılan unsurlar vasıtasıyla hedef ülkenin halkı örgütlenmeye çalışılır. Bu konuda Sosyal mühendislik çalışmalarının önemi büyüktür. Etnik, dini, siyasi, tarihsel olaylar veya sorunlar, dezenformasyon ekibi tarafından kurgulanarak ve kullanılarak halk veya bir bölümü kışkırtılır. Ayrıca hedef ülkeye sızan istihbarat unsurları ve gayrinizami harp unsurları, hedef ülkenin hükümeti hakkında karalama çalışmaları yapar. Varsa yolsuzluk belgeleri ortaya çıkarılır veya düzmece belgeler hazırlanır. Hükümet üyelerinin ve ailelerinin lüks yaşadıkları gibi iddialarla algı oluşturulmaya çalışılır. Bütün basın yayın organlarında, sosyal ağlarda kara propaganda sürdürülür. Irkçı, ayrılıkçı söylemlerle tekrar düzelmesi mümkün olmayan sosyal yaralar açılır. Halkın her anlamda devlete ve hükümete isyan etmesi amaçlanır.

Sansasyonel ekonomik yaptırımlar uygulanır. Ambargo, enerji kaynaklarının satışının kesilmesi gibi günlük hayatı ve ekonomiyi doğrudan etkileyecek yaptırımlar tasarlanır ve uygulanır. Aynı zamanda siber saldırılarla hedef ülkenin siber ağı çökertilir. Bankacılıktan sağlığa kadar birçok alanda kurumların işlevlerini görmesi engellenir.

1.2. Hibrit Savaş Araçlarının Uluslararası Hukuktaki Yeri
Hibrit savaşın asıl özünü ise regular military’nin savaş içerisinde kullanılmadığı süreçte kullanılan araç ve yöntemler oluşturmaktadır. Kullanılan bu araç ve yöntemler saldırıda bulunulan devletin konvansiyonel savaşlarda kullanılan savaş hukukunu, düzenli ordusunu ve bu ordu için oluşturulan stratejisini, ittifak ilişkilerini ve uluslararası ilişkilerin çatı örgütü olan Birleşmiş Milletler’in getirebileceği yaptırımları büyük ölçüde engellemektedir. Bunun asıl nedeni ise iki devlet arasındaki savaş durumunun hibrit savaşta ortaya çıkmamasıdır.[3]

Bu süreçte kullanılan araçlar yaklaşımın esnekliğinden dolayı uygulamadan uygulamaya farklılaşmakla beraber, stratejinin en önemli unsurlarından biri, düşman devlet içerisindeki ayrılıkçı/muhalif unsurların desteklenmesi ya da desteklenecek bir ayrılıkçı/muhalif unsurun oluşturulmasıdır. İkinci önemli unsur ise ayrılıkçı unsurların ağırlık kazandığı bölgeye tespit/isnat yapılamayacak şekilde özel kuvvetlerin sevkidir. Özel operasyon kuvvetlerinin yönetimi altında ayrılıkçı/muhalif unsurların yönetimi ele geçirerek istenilen hedefin elde edilmesi doğrultusunda yönetilmesi ise hibrit savaşın stratejik boyutunu oluşturmaktadır.
  
1.3.Yakın Tarihte Örnek Hibrit Savaş Uygulamaları
Hibrit savaş stratejisine ilişkin olarak Gerasimov’un yayını 2013 yılında olmasına rağmen hibrit savaşın farklı düzeyde uygulamaları daha eskiye gitmektedir. I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nin İngiltere yönetimi altındaki Hindu ve Müslüman unsurları kışkırtması en eski örneklerden biri olarak gösterilmekle birlikte 2006 yılında Hizbullah-İsrail arasında gerçekleşen çatışma, 2008 yılında yaşanan Gürcistan-Güney Osetya çarpışması (sonraki süreçte RF-Gürcistan Savaşı), 2011 yılında İran’a gerçekleştirilen STUXNET saldırısı ve 2014 yılında gerçekleşen Kırım’ın Ukrayna’dan bağımsızlık süreci farklı yazarlar tarafından hibrit savaşa örnek olarak gösterilmektedir.[4]

Kırım’ın bağımsızlık süreci örnek vaka olarak ele alınacak olursa hibrit savaş stratejisinin teorik yaklaşımlarının uygulanışı daha net olarak anlaşılacaktır. Ukrayna’nın başkentinde AB taraftarı kitlelerin Rus yanlısı yönetimi protesto üzerine, Kırım ve RF sınırındaki bazı bölgelerde bulunan RF yanlısı unsurlar bölgelerinde protestolar ve yerel idareyi ele geçirme teşebbüsünde bulunmuştur. Bu süreçte RF ordusu, sınıra yığınak yapmak ve alarm durumuna geçmekle beraber Ukrayna karşısında düzenlik birliklerini kullanmamış fakat ayrılıkçı unsurlara insan haklarına aykırı müdahalelere karşı koruma tedbirlerine başvuracağını açıklamıştır.

Kırım’da ise daha sonradan RF Özel Kuvvetleri (GRU, SPETNAZ) oldukları anlaşılan, Avrupa medyası tarafından little green man olarak adlandırılan kimlikleri ve aidiyetleri belli olmayan, iyi eğitimli ve ağır silahlı, yüksek koordinasyona sahip gruplar kritik öneme sahip yapıları, hızlı ve en az çatışmaya girecek şekilde işgal etmiştir. Ukrayna ve AB tarafından Kırım’daki organize güçlerin RF Birliği olduklarını iddialarını RF Devlet Başkanı V. Putin kesin bir dille reddederken, Savunma Bakanı Sergey Shouygu bu durumu karanlık bir odada siyah bir kedi aramaya benzetmiş ve özellikle bu kedi akıllı cesur ve kibarsa(polite) kediyi aramanın aptalca olacağını eklemiştir. Shouygu’nun bu tarifinden sonra “little green man” tabirinin yerini “polite man” tabiri almıştır. Polite man’lerin yönetimi altındaki Kırım’da ancak bağımsızlık referandumu ve RF’ye bağlanma kararının alınmasından sonra Rus düzenli birlikleri Kırım’a girmiştir.

Yukarıda verilen Kırım örneği hibrit savaşın iki unsurunu ortaya koymaktadır. Özel birliklerin organize bir şekilde yaptıkları operasyon hibrit savaşın ağ merkezliliğini (network centric), RF düzenli birliklerinin savaşa karışmadan sonuç alınması ise hibrit savaşın temassız (non-contact) olduğunu göstermektedir.[5]

2.İRAN SİYASETİ VE MEDENİYET PARADİGMASI
İran, sahip olduğu çok eski medeniyet ve fakat oldukça yeni bir devlet çatışması içerisinde küresel bir mücadele vermektedir. İranlılar çok eski ve görkemli bir devlet geleneğine sahiptir; bununla gurur duyarlar ve İranlılık kimliği ön plandadır. Örneğin, eski İran’ın başşehri Persepolis’teki heykellerden biri İran havayollarının simgesidir. Ayrıca günlük hayata yansıyacak biçimde giyim-kuşamdan mücevher dizaynına pek çok alanda eski kültür unsurlarını kullanırlar. Denebilir ki; İran’da milliyetçi ve kültürel aidiyet unsurları neredeyse dini aidiyetin önündedir. Birçok Şii ulemanın günümüzde hala özellikle Hz. Ömer (Rha)’e karşı öfkelerinin temelinde yatan esas unsur budur. Zira O’nu ve beraberindeki Araplardan müteşekkil orduyu, büyük ve asil Pers İmparatorluğu’nu yıkan bedevi sürüsü olarak görürler.

İran’ın etki sahası, sınırlarını aşmış durumdadır. 1979’ daki İslam Devrimi’nden sonra, egemenlik ve meşruiyet anlayışı Humeyni’nin “Velâyet-i Fakih” nazariyesine dayanan yeni İslam Cumhuriyeti, süreç içerisinde uluslararasılaşmak zorunda kalmasının getirdiği ihtiyaçla, Şiâ ile benzer akîdevi zemine sahip coğrafyalarda hinterland arayışına girmiştir.[6]

2.1.İranın Konumu ve Güvenlik Politikalarına Etkisi
Coğrafi konum olarak İran’ın incelenmesi ülkenin Ortadoğu siyaseti açısından neden önem arz ettiğini ortaya koyması açısından önemlidir. Ayrıca, ülkenin neden bir güvenlik unsuru olarak incelenmesi gerekiği hakkında da fikir vermesi açısından bu inceleme önemlidir.

İran’ın Ortadoğu ülkesi olarak sayılıp sayılamayacağı hakkında bir tartışmalar süredursun, karadan Türkiye ve Irak ile denizden ise Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman ile komşu olması, kaçınılmaz olarak İran’ı Ortadoğu dışında tutmamıza engel olmaktadır. Bununla birlikte,muhatap olduğu siyasi ve dini konular da göz önünde tutulunca İran, Ortadoğu coğrafyasının göz ardı edilemez bir parçası olarak yerini almaktadır. 

İran, etrafı çoğunlukla istikrarsızlık ve güvensizlikle dolu bir coğrafyada yer almaktadır. Komşularından olan Irak’la yakın bir geçmişte uzun süren bir savaş yaşamıştır. Ayrıca, 2003 yılında ABD tarafından Irak’a müdahale başlatılmasıyla Irak iç karışıklıkların yoğunlaştığı bir ülke haline gelmiştir. Diğer komşuları olan Ermenistan ve Azerbaycan Karabağ sorunu nedeniyle her an çatışma tehdidi altında yaşamaktadırlar. Afganistan ise hem uzun yıllardır istikrarsızlığın sembolü olmuş bir ülke olarak İran’ın komşuları arasında yer almaktadır. Ayrıca küresel terörün geliştiği en önemli kaynak olarak Afganistan son derece önemlidir. Afganistan yakın bir geçmişe kadar önce ABD sonra da NATO’nun El Kaide ve Taliban’a karşı yürüttüğü operasyon sayesinde sıcak savaş alanı idi. Pakistan ise hem kendi içindeki istikrarsızlıklardan hem de Belucistan sorunu[7]  nedeniyle İran için sürekli bir tehdit unsuru olarak algılanmaktadır.[8]

Çok uluslu bir topluma sahip olan İran’da etnik unsurlar sınır bölgelerine yakın şekilde yerleşmiş olduklarından her zaman için dış etkiye maruz kalma potansiyeline sahiptirler.[9]

Konunun bir diğer yönü ise enerji trafiği açısından İran’ın konumunun önemidir. İran, dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin büyük çoğunluğunun yer aldığı Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerini birleştiren bir köprü konumundadır. Bu konudaki esas önemli nokta ise İran’ın Hürmüz Boğazı vesilesiyle sahip olduğu stratejik konumdur. Hürmüz Boğazı Basra Körfezi’nin düyaya açılan yegane kapısı konumundadır. Tüm dünyadaki petrol trafiğinin yaklaşık %40’ı Basra Körfezi üzerinden akmaktadır. Bab-el Mandeb Boğazı ile birlikte Hürmüz Boğazı Ortadoğu petrolünün %75’inin dünya ile buluşmasını sağlamaktadır.[10] 

Hürmüz Boğazı’nın diğer yakasında yer alan Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri ve Basra Körfezi’ne kıyısı bulunan diğer ülkeler (Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Irak) için İran ciddi bir güvenlik sorunu ortaya çıkarmaktadır. Bu ülkelerin (Irak dışında) kendi aralarında kurdukları Körfez İşbirliği Örgütü (KİÖ) ve bu örgütün altında oluşturdukları Körfez Savunma Kalkanı’nın  İran kaynaklı tehdit algısının bir sonucu olduğu söylenebilir. Zaman zaman İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatmak tehdidini ABD ve batı dünyasına yönelttiğine de şahit olmaktayız.

2.2.İran’ın Bölgesel Bir Güç Kabul Edilmesini Gerektiren Sebepler
İran’ın Ortadoğu ülkeleri ile karşılaştırıldığında bölgesel bir güç olmasını sağlayacak bir takım etmenler mevcuttur. Her şeyden önce 80 milyonluk nüfusuyla bölgedeki en büyük nüfusa sahip ülkedir. Bu nüfusa bağlı olarak hiç bir Ortadoğu ülkesinin sahip olmadığı kadar büyük bir orduya sahiptir. Aktif bir dış politika anlayışına sahip olduğundan Ortadoğu meselelerinde söz sahibi olma arzusundadır.
Bununla birlikte, nükleer program sahip olması ve bu programı ısrarla sürdürmek istemesi her zaman için ilginin üzerinde toplanmasını sağlamaktadır. Rusya ve Çin’le olan yakın işbirlikleri de dikkate alındığında, her an güvenlik tehdidi olabilecek potansiyele sahiptir. Son olarak, hem dini hem siyasi saiklerle Irak, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerde gerek rejimlere destek sağlayabilmesi gerekse destek olduğu ve kullandığı bir takım güç gruplarının olması İran’ın Ortadoğu açısından bölgesel bir güç olarak kabul edilmesini sağlayan etmenlerdir.[11]
2.3.Devrimci İslam İdeolojisinin İran Dış Politikasına Etkileri
Dış politikada aktif bir siyaset yürüten İran'ın bu politikasını etkileyen bir takım faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler arasında, jeopolitik konum, İran ulusçuluğu, batı karşıtlığı, etnik sorunlar, ekonomik çıkarlar, uluslararası normlar ve yöneticilerin kişiliği ve dünya görüşü gibi etmenler sayılabilir.[12] Ancak, Ortadoğu açısından konu ele alındığında İran'ın uyguladığı siyaset bakımından en kritik etmenin devrimci İslam ideolojisi olduğu söylenebilir.

İran, 1979 devrimi ile İslam Devleti olmuştur. Kurulan bu İslam Devleti, bir takım ideolojik temeller üzerine oturtulmuştur. Doğal olarak bu ideoloji İslami bir temele dayanmaktadır. Devrim sonrası İran'ın ideolojik temelleri şu şekilde özetlenebilir:[13]

·         Evrensel bir İslam yönetiminin kurulmasına çalışmak,
·         Ezenler karşısında ezilenleri desteklemek,
·         İran İslam Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunması,
·         Müslümanların haklarını savunmak,
·         İran İslam Devrimi’nin ihracı.
Bu ideolojik temellerin bir ülkenin dış siyasetini açıklamak için yeterli olmayacağını belirtmek gerekir. Ancak, Ortadoğu'daki dini hassasiyetler göz önünde tutulduğunda, İran tarafından uygulanan politikaya dayanak olması açısından son derece önemlidir. Esasında İran'ın Ortadoğu güvenliğine karşı oluşturduğu tehdit yukarıdaki temellere dayanmaktadır.

Öncelikle İran, devrim ihracı söylemiyle tehlikeyi kendi sınırlarından uzakta tutulmaktadır.[14] Irak, Suriye, Lübnan ve hatta Yemen'de İran'ın desteklediği oluşumlar hep gündemde kalmakta ve güvenlik tehdidinin esas merkezi konumunda olması gereken İran hep arka planda kalmaktadır. İran yıllardan beri Suriye rejimine veya Hizbullah'a verdiği destekle Ortadoğu'da güvensizlik yaratan unsurları kışkırtmaktadır ancak bu konuların tamamı İran'ın kendi topaklarının uzağında gerçekleşmektedir.

2.4.Devrim İhracı veArap Dünyasındaki Etkileri
İran devrim ihracı söylemini Arap dünyasına yayılmak için de kullanmaktadır. Bu yolla Ortadoğu güvenliğine doğrudan tehdit oluşturmaktadır. Örneğin 1980-1988 arası sürmüş olan İran-Irak savaşının temel sebebi İran'ın bu devrim ihracı girişimlerinin engellenmesidir. İran'ın devrim ihracını gerçekleştirmesi engellenmiştir ancak, uzun süren savaş devrimin İran içinde güçlenmesini sağlamıştır.[15] Dini söylemler üzerine oturtulmuş bir dış politika uygulayarak İran’ın Ortadoğu’da çoğu batı yanlısı olan rejimlerden çok halkları kazanmaya yönelik bir strateji uyguladığını söylemek mümkündür.[16] 

Burada ortaya çıkan sorun ise İran’ın uygulamaya çalıştığı Şii politikasının aslında beklenen etkiyi görterememesidir. Bunun en büyük sebepleri bölgedeki Sünni oluşumların İran’ın bölgedeki varlığından hoşnut olmamaları ve İran dışındaki Şii oluşumların da yine İran’ın bölgede çok etkin olmasına karşı temkinli davranmalarıdır. İran’da uygulanan Velayet-i Fakih sistemi ve Necef-Kum Okulları arasındaki dini yaklaşım farkları nedeniyle İran’ın bölgedeki özellikle de Irak’taki diğer diğer dini söylemler üzerine oturtulmuş bir dış politika uygulayarak İran’ın Ortadoğu’da çoğu batı yanlısı olan rejimlerden çok halkları kazanmaya yönelik bir strateji uyguladığını söylemek mümkündür.[17] 

Burada ortaya çıkan sorun ise İran’ın uygulamaya çalıştığı Şii politikasının aslında beklenen etkiyi görterememesidir.Bunun en büyük sebepleri bölgedeki Sünni oluşumların İran’ın bölgedeki varlığından hoşnut olmamaları ve İran dışındaki Şii oluşumların da yine İran’ın bölgede çok etkin olmasına karşı temkinli davranmalarıdır.

İran’da uygulanan Velayet-i Fakih sistemi ve Necef-Kum Okulları arasındaki dini yaklaşım farkları nedeniyle İran’ın bölgedeki özellikle de Irak’taki diğer Şii gruplar üzerinde çok etkin olamadığı söylenebilir.[18] Ancak, son zamanlarda yaşanan gelişmeler bu durumun değiştiğini göstermektedir. ABD’nin 11 Eylül sonrası başlattığı Irak operasyonunun ardından ülkeden çekilmesiyle birlikte Irak’ta yönetime İran tarafından yönlendirilebilecek kişiler geçmiştir. Dolayısıyla İran’ın Irak üzerinde artık daha etkin bir siyaset uyguladığı söylenebilir.

2.4.1.İran’ın Ortadoğu’daki Etki Alanları ve Şii Hilali
İran’ın Ortadoğu’da doğrudan etki ettiği rejimler veya kendi amaçları doğrultusunda kullandığı güç grupları olduğununa daha önce değinilmişti. Beşar Esed’in yönetimi döneminde ortaya atılmış Şii Hilali söylemi, İran’ın Ortadoğu’daki etkinlik alanlarını ortaya koyan bir söylemdir. Şii Hilali ile kastedilen İran’dan başlayan ve Irak, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’da bulunan Şii azınlığı içerisinde alan bir coğrafyadır. Her ne kadar kendisi tarafından kabul görmese de İran, bu coğrafyadaki Şii nüfus aracılığıyla Ortadoğu siyaseti üzerinde etkin olmaya çalışmaktadır. İran’ın tüm Ortadoğu politikası muhakkak ki bir tek Şii coğrafyası bağlamında açıklanamaz. Ancak bu husus görmezden gelinmemesi gereken bir İran tarafından en azından bir politika aracı olarak kullanıldığı söylenebilir.[19] Somut olarak İran’ın takip ettiği siyasetin ana eksenleri şu şekildedir:
·        İran – Suriye ilişkileri: Suriye’de 1973 yılında iktidara gelmiş olan ve Nusayri inancına sahip Hafız Esed devrim öncesi İran’da Şah Pehlevi karşıtı gelişen muhalefete destek sağlamıştır. İslam Devrimi’nden sonra ise yeni oluşan rejimle Suriye rejimi arasındaki dostane ilişkiler devam etmiştir. İran – Irak Savaşı esnasında Suriye, Arap dünyasının genelinin aksine İran tarafında yer almıştır. Suriye rejimine karşı Müslüman Kardeşler tarafından başlatılan ayaklanmanın bastırılması esnasında Suriye rejimi tarafından Hama’da 1982 yılında gerçekleştirilen katliam konusunda ise İran, Suriye’yi desteklemiştir.[20]

İran’ın Suriye’yle olan bu yakın temasının ana dayanak noktasını Suriye’nin İsrail ile olan sorunları oluşturmaktadır. İslam adına İsrail ile olan savaşında Müslüman bir devleti desteklemek, İran’ın Suriye politikasını temellendirdiği dayanak noktasıdır. İsrail karşıtlığı temelinde Suriye kanalıyla bölge siyasetine müdahale şansı yakalamaktadır. Suriye açısından ise rejimin varlığını devam ettirebilmesi için gerekli desteği bulduğu dayanak noktasıdır. Bu durum halen devam etmektedir. Arap Baharı adı altında yaşanan gelişmelerin İran devriminden esinlendiğini iddia eden İran, Suriye’deki özgürlükçü ayaklanmalara karşı ise Suriye rejimini açıkça desteklemektedir. 2013 yılında İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in danışmanı Ali Ekber Velayeti, Esed rejiminin devamını İran’ın kırmızı çizgisi olarak açıklamıştır.  

İran’ın Suriye konusunda yürüttüğü bu politika, Ortadoğu güvenliğine nasıl bir tehdit oluşturduğunun açık örneği olarak karşımızda durmaktadır. Suriye rejimine hem doğrudan hem de Hizbullah aracılığıyla destek sağlayan İran, rejimin en önemli dayanak noktalarından bir tanesidir. Ancak, bu destek sayesinde ne muhalifler ne de mevcut rejim karşı tarafa üstünlük sağlayabilmiştir. Ülke bir kaosun içerisine sürüklenmiştir. IŞİD gibi bir örgütün Suriye’de gelişip hem bölgeye hem de tüm dünyaya bu denli büyük bir tehdit oluşturması, bu ülkedeki kaotik ortam sayesinde olmuştur.

·        İran – Lübnan ilişkileri: Lübnan’da da İran Suriye örneğinde olduğu gibi İsrail karşıtlığı temelli bir siyaset yürütmektedir. İsrail’e karşı mücadele eden Hizbullah, İran’ın Lübnan’daki en önemli etki aracıdır. Lübnan’da Şiileri temsil eden bir siyasi parti olarak İran Devrimi’nden etkilenerek 1982’de kurulan Hizbullah’ın mücadele aracı olarak kullandığı askeri kanadı da bulunmaktadır. Hizbullah, İran’ın ideolojisini ihraç etmek için kullandığı ve açıkça desteklediği bir örgüttür.[21] 

Hizbullah’ın İsrail’e karşı yürüttüğü mücadelenin arkasında İran’ın olduğunu söylemek yerinde olur. 2006 yılında İsrail’e karşı kazanılanılan başarı ile başlayan süreç Hizbullah’ın giderek güçlenmesini ve böylelikle İran’ın etkinliğini artırmasını sağlayan bir doğrultuda ilerlemiştir.[22] Son zamanlarda yaşanan gelişmeler dikkate alındığında İran’ın Suriye rejimini desteklemek için bir araç olarak da Hizbullah’ı kullandığını belirtmek yerinde olur.

·        İran – Filistin ilişkileri: “İsrail düşmanlığı” özünden dolayı devrim sonrası İran, geleneksel olarak Filistin meselesinin savunuculuğunu yapmaktadır. İsrail’e karşı İran, 1991’de başlayan barış süreci ile birlikte Hamas’ı desteklemeye başlamıştır.

Son zamanlarda Suriye’deki savaş hakkındaki görüş ayrılıklarından dolayı kırılgan bir ilişki söz konusu olsa da İran, Hamas’a desteğini sürdürmektedir. Irak’ın dizaynı temelinde ABD – İran yakınlaşması dolaylı olarak İsrail ile de yakınlaşmayı getirmektedir. İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Amir Abdullahyan 2014 yılı Ekim ayında “Beşar Esed rejimi IŞİD'e yenik düşerse, İsrail'in güvenliği de tehlike altına girer.” açıklamasını yapmıştır.[23] 

Yıllarda beri İran tarafından “küçük şeytan”[24] olarak tanımlanan İsrail’in güvenliğini önemseyen bu açıklama İran’ın dış siyasetinin temel dayanaklarının sorgulanmasını gerektirmektedir. Dini bir retorikle İsrail’e karşı Filistin savunuculuğu üzerine bir dış politika kurmuş olan İran, kendiyle çelişmektedir. Bunun yanısıra, 2014 yılında gerçekleşen Gazze saldırılarında ve İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa’ya girmesi olayında İran’dan İsrail’e karşı herhangi bir tepki gelmemiştir. İsrail’in bu tavrı, Irak ve Suriye’deki istikrarsız durumlardan faydalanarak etki alanını mümkün olduğunca genişletmek istemesinden ve İsrail ile bu ortamda karşı karşıya kalmak istememesinden; bununla birlikte, P5+1 ülkeleriyle yürüttüğü nükleer müzakerelerin sekteye uğramasından çekindiğinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, İran’ın dış siyasetinin salt dini saiklerle belirlendiğini söylemek mümkün olamamaktadır.

·        İran – Irak ilişkileri: 1980-1988 yılları arasında iki ülke arasında sürdürülen savaş 1 milyon insanın ölümüne sebep olmuştur. 2003 Irak müdahalesi sonrası Irak’taki gelişmeler İran’ın lehine sonuçlar ortaya çıkardı. Bu müdahale ve sonrasındaki dönemde Irak siyasetinin dengelerini değiştirecek gelişmeler yaşanmıştır. Sünni azınlık iktidarı kaybederek Şii çoğunluk iktidara getirilmiştir.[25] Irak’ta yaşanan bu değişim, öncesinde Afganistan’da El-Kaidenin sona erdirilmesi ile birleştirildiğinde 11 Eylül sonrası yaşanan gelişmelerin İran açısından olumlu sonuçlar doğuracak bir şekilde ilerlediği söylenebilir.[26] 

Irak’ta “demokratik” bir yönetim oluşturulması için ABD ile işbirliği yapılmıştır. 2007 Bağdat görüşmelerinde iki ülke ilk defa büyükelçiler seviyesinde diplomatik ilişki yürütmüştür. Irak’ta oluşturulan yeni hükümette Şii ağırlıklı yönetim iş başına geldi. Irak yönetimi tarafından Sünnileri ve Kürtleri dışlayıcı bir politika takip edildi. İran destekli bu politika Irak’taki istikrarsızlığı körükleyici bir etki yapmaktadır. Sünni bir örgüt olarak ön plana çıkan IŞİD’e karşı mücadelede sünnilerin yeterli desteği vermemiş olmalarında bu dışlayıcı politikanın etkisi büyüktür.

2.4.2.İran’ın Anadolu ve Balkanlardaki Şiilik(Caferilik) ve Bektaşilik Üzerinden Yayılma Politikaları
1979 İran Devrim Anayasası’nda, devletin dininin İslam, mezhebinin ise Caferilik olduğu belirtilmektedir. Türkiye’de Caferi mezhebine mensup önemli bir kitle bulunmaktadır. Caferilerin din adamlarının önemli bir kısmı Kum’da eğitiliyor. Türkiye’deki Caferilerin itikadi noktada İran ulemasına olan bağlılıkları, kritik karar aşamalarında siyasi duruşlarında da temel rol oynamaktadır.

İran’ın devrim sürecinin başından beri Türkiye’deki Alevi-Bektaşilerle de yakından ilgilendiği bilinmekte. Pek çok Alevi Dedesi’nin kafileler halinde İran’a götürülüp gezdirildiği de basına yansıyan haberler arasında.[27] Bu bilgiler bile, hızı azalsa da İran’ın devrim ihracından, daha doğru bir ifadeyle Şiiliği yayma politikasından hiçbir zaman vaz geçmeyeceğini akla getirmektedir.[28]

Balkanların fethinde önemli roller üstlenen kolonizatör Türk dervişleri, gittikleri her yere Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaş Veli’nin insan anlayışını taşımış ve yaşatmışlardır. Balkanları Türk ve Müslüman yapan bu bakış açısı, temsilcileri ile günümüze taşınmıştır.[29]

Bektaşi tarikati, bahsekonu coğrafya’da tarikatler arasında hakim tarikat olma özelliğini günümüzde de sürdürmektedir. O kadar ki, itikadi ve ameli noktada bölgedeki diğer Sünni tarikatleri bile büyük ölçüde etkilemiştir.

Alevi-Bektaşi geleneği itikadi konularda Caferilikle büyük paralellikler göstermesi, İran’ın bölgeye ilgi göstermesi için hazır bir zemin oluşturmuştur. Hatta bazı Bektaşiler, Şii olduklarını iddia edecek kadar bu ilgiyi kolaylaştırmışlardır. İran’ın bölgedeki faaliyetleri hiç de küçümsenecek gibi görünmemekte. Kurmuş olduğu üç vakıfla bölgede faaliyet yürütmekte olan İran, Bektaşi çocukları İran’a götürerek eğitmektedir[30]

SONUÇ
İran İslam Devrimi’nin üzerinden 34 sene geçti. “İslam Devrimi”nin hemen çökeceğini düşünenler hayal kırıklığına uğradılar ve sürecin uzaması ile ilgili sebepler aramaya başladılar. Devrimin başlangıcında dikkat çeken Humeyni’nin yüksek İslam vurgusunun güçlenerek devam edeceğini, Şiilik’ten öte “ümmet” bilincinin öne çıkacağını hayal edenler de hayal kırıklığına maruz kaldılar.

Ortadoğu’nun Türkiye ile birlikte devlet geleneği olan iki ülkesinden biri olan İran, İslam Devrimi ile inişli çıkışlı bir süreç yaşamaktadır. Devrimin ilk yıllarında “devrim ihracı” resmi politika olarak belirlenmiştir. Her ne kadar daha sonra zaman zaman ciddi içe kapanma dönemleri yaşanmış ise de İran, başta Filistin olmak üzere Müslümanların sorunlarına hiç ilgisiz kalmamıştır.[31] Humeyni’nin Salman Rüşdi için ölüm fermanı yayınlamış olması da bu doğrultuda anlaşılabilir. İran nükleer teknolojiye sahiptir ve bölgesel güç olabilmek amacıyla nükleer silah üretme yolundadır. İran’ın Türkiye ile rekabet halinde olduğu sıklıkla dile getirilir.

Komşu coğrafyası olan Türkiye’de, Alevilik ve Caferîlik  üzerinden, Balkanlar’da da yine benzer şekilde Bektaşilik yoluyla, çok yakın zamanda da, kıtada zemin oluşturmaya çalışan tüm güçlerin yaptığı şekliyle Afrika’da ekonomik yardımlarla destekli siyasi ve dini nüfuz alanı elde etmeye çalışmaktadır. Mevcut tablo, İran’ın direkt Türkiye üzerinde olduğu gibi, Türkiye’nin etki alanında (Balkanlar) olan ve etki alanı yaratmaya çalıştığı (Afrika) bölgelerde de nüfuz oluşturma çabaları açıktır. Kendisine en büyük tehdit olarak Türkiye’nin başını çekeceği Sünni bir İslam bloğunu gören İran, yakın gelecekte de bölgesel gerilimlerden azami derecede faydalanarak etki alanını genişletmeye çalışacaktır.





KAYNAKÇA
·         ASL, Nasır Kashef, (2011), “Bir İslam Cumhuriyeti Dış Politikası’nın Oluşumunu Etkileyen Etmenler: Bir İranlı Görüşü”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Ed.), Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Ankara: Barış Kitap, 2011, s.144.
·         BARZEGAR, Kayhan, (2010), İran, Ortadoğu ve Uluslararası Güvenlik, Ortadoğu Analiz, 2(21), s.91.
·         Business Monitor International, (2012), Egypt Defence and Security Report Q2 2012, (E.T: 09.01.2015).
·         DEMİR, Ali, (2014), “İran’ın Basra Körfezi’ni Bloke İhtimali ve Hürmüz Boğazı’ndan Geçişlerin Uluslararası Hukuk Açısından Analizi”, Savunma Bilimleri Dergisi, 13(1), s.111.
·         ERMİŞ, Uğur, “Hibrit Savaş ve Siber Uzay”, https://siberbulten.com/makale-analiz/hibrit-savas-ve-siber-uzay/ (Erişim) 06.05.2015
·       ONAT, Hasan “İran İslam Devrimi Ve Şiîlik”, Mezhep Araştırmaları, VI/2 (Güz 2013), s. 240.
·         SALİHİ, Emin, (2011), “Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler ve “Şii Hilali” Söylemi”, Bilge Strateji, 2(4), s.185.
·         ŞAHİN, Mehmet, (2011), “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Ed.),  Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Ankara: Barış Kitap, 2011, s.185.
·         GERASİMOV, Valery, “The Value Of Science In Prediction”, Military-Industrial Kurier, Şubat 2013, s.24.






[1] Valery Gerasimov, “The Value Of Science In Prediction”, Military-Industrial Kurier, Şubat 2013, s.24. (Erişim), http://usacac.army.mil/CAC2/MilitaryReview/Archives/English/MilitaryReview_20160228_art008.pdf, 21.06.2014.
[2] Gerasimov, a.g.m.
[3] Gerasimov, a.g.m.
[4] Uğur Ermiş, “Hibrit Savaş ve Siber Uzay”, https://siberbulten.com/makale-analiz/hibrit-savas-ve-siber-uzay/, 06.05.2015
[5] Ermiş, a.g.m.
[6] M. Serkan Taflıoğlu, “İran İslam Cumhuriyeti’nde Egemenlik ve Meşrûiyet Kaynağı ‘Velâyet-İ Fakih’”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt. 68, Sayı. 3, 2013, s. 97-100.
[7] Gün Taş, İran’ın İçindeki Zayıf Kaleler – Etnik Sorunlar II: Sistan- Belucistan, 03.08.2013, (Erişim), http://akademikperspektif.com/2013/08/03/iranin-icindeki-zayif-kaleler-etnik-sorunlar-ii-sistan-belucistan/,  09.01.2015.
[8] Nasır Kashef Asl, “Bir İslam Cumhuriyeti Dış Politikası’nın Oluşumunu Etkileyen Etmenler: Bir İranlı Görüşü”, Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Ed.), Ankara: Barış Kitap, 2011, s.144.
[9] Agm, s.148.
[10] Ali Demir, “İran’ın Basra Körfezi’ni Bloke İhtimali ve Hürmüz Boğazı’ndan Geçişlerin Uluslararası Hukuk Açısından Analizi”, Savunma Bilimleri Dergisi, Cilt: 13, Sayı 1, 2014, s.111.
[11] Business Monitor International, “Egypt Defence and Security Report Q2 2012”, s.36.
[12] Asl, “Bir İslam Cumhuriyeti Dış Politikası’nın Oluşumunu Etkileyen Etmenler: Bir İranlı Görüşü”, s.141.
[13] Agm, s.142.
[14] Mehmet Şahin, “İran Dış Politikasının dini Retoriği”, Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Ed.), Ankara: Barış Kitap, 2011, s.165.
[15] Agm, s.167.
[16] Agm, s.168.
[17] Agm, s.168.
[18] Mehmet Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, Ortadoğu Siyaseti’nde İran, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Ed.), Ankara: Barış Kitap, 2011, s.185.
[19] Emin Salihi, “Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler ve “Şii Hilali” Söylemi”, Bilge Strateji, Cilt: 2, Sayı 4, 2011, s.185.
[20] Şahin, “İran Dış Politikasının Dini Retoriği”, s.168.
[21] Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, s.184.
[22] Kayhan Barzegar, “İran, Ortadoğu ve Uluslararası Güvenlik”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 2, Sayı 21, 2010, s.91.
[24] Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, s.184.
[25] Barzegar, “İran, Ortadoğu ve Uluslararası Güvenlik”, s.88.
[26] Agm, s.84.
[28] Hasan Onat, “İran İslam Devrimi Ve Şiîlik”, Mezhep Araştırmaları, VI/2 (Güz 2013), s. 224.
[30] Hasan Onat, “İran İslam Devrimi Ve Şiîlik”, Mezhep Araştırmaları, VI/2 (Güz 2013), s. 240.
[31] A.g.m, s.240.