30 Ekim 2012 Salı

Ata Yatırım Kıdemli Baş Ekonomisti Özlem Derici, yurt içindeki önemli ekonomik gelişmelerle ilgili sorularımızı yanıtladı:


K.A.: Son günlerde hisse senetleri piyasasında yukarı yönlü hareketin sürdüğüne şahit oluyoruz. Bu yıl içerisindeki en yüksek seviyesine ulaştı. Henüz birkaç hafta öncesine kadar komşumuz Suriye ile olan hareketliliğin negatif yönde fiyatlandığına şahit olmuştuk. Gösterge faizde %8 seviyeleri beklenirken, şimdilerde 7,10’ların altına kadar gevşeyen bir tabloyla karşı karşıyayız. Derecelendirme kuruluşu Fitch’ in not artırımı beklentisinin bu pozitif tabloda önemli rol oynadığı ortada. Fakat gerek küresel gerek bölgesel gelişmeler ışığında bu kadar iyimser bir tablo için biraz acele ediyor olabilir miyiz?
Ö.D.: Söz konusu risklerin ortadan kalktığını söylemek için kesinlikle erken. Suriye ile ilgili gelişme, Mayıs ayından beri yaşanan uluslararası piyasalardan pozitif yönde ayrışma durumuna kısa bir sekte vurdu. Zira burada fiyatlanmayan tek şey Türkiye’nin politik riskiydi. Yılın ilk yarısına baktığımızda son derece olumlu bir tabloyla karşı karşıyaydık. Özellikle, büyüme %4’ler civarında bekleniyordu, enflasyon düşme eğilimindeydi ve yılsonu beklentileriyle uyumluydu, cari açık düşüyordu, mali tarafın güçlü olduğu bir resim vardı karışımızda.  Burada sadece son zamlarla beraber enflasyon hedefinden bir sapma söz konusu oldu. Bütçe tarafında da bir düzeltme gelse de bu mevcut mali yapı üzerinde inanılmaz bir borç yükü oluşturacak kadar ciddi bir durum arz etmiyordu. Makro tarafta bunlar gerçekleşirken, politik risk hiç fiyatlanmadığı için bir anda ortaya çıkması ki o da S&P’nin bir not artırımıyla ilgili bunun risk unsuru olacağını belirten açıklamasıyla gündeme geldi, farklı bir gündem çıkardı karşımıza. Bu daha ciddi bir şekilde fiyatlanmaya başlayacaktı ki, Moody’s ve Fitch arka arkaya bunun mevcut koşullarda, tabi bir savaş durumu olmadan, not görünümünü değiştirecek kadar büyük bir sorun olmayacağını açıkladı. Bir de tabi 8 Kasım’ da Fitch’in “Türkiye’nin 2012 not görünümü” başlıklı bir sunumu gerçekleşecek. Dolayısıyla bu tarih de piyasalar açısından bir not artırım beklentisinin dayanağı haline geldi. Şu an onun yansımasını görüyoruz. Piyasadaki ralli, temel dinamiklerdeki iyileşmelerden ziyade bu beklenti ve dışarıdan gelen bazı olumlu datalardan besleniyor. Başa dönecek olursak, hala politik risk masada. Avrupa tarafında, İspanya’nın yardım için başvurusu bekleniyor ama sonrasındaki süreç, yani borç sürdürebilirliği sorunları da hala aşılmış değil. Bankacılık birliği ile ilgili somut adım atılmış değil. Troika’nın Yunanistan kararı henüz çıkmadı. Tüm bu meseleler bertaraf edildi, önümüz artık açıldı demek için henüz çok erken.

K.A.: Global gelişmelerin biraz bizim yanımızda olduğu bir hafta geçirdik. Geçtiğimiz hafta da, ulusal tarafta yeni revizyonlarla düzeltilen Orta Vadeli Program (OVP) açıklandı. Çok inandırıcı bulunmadığı yönünde eleştiriler var. Enflasyon, büyüme ve cari açık hedeflerinin biraz çelişkili olabileceği göze çarpıyor. Yıl sonu büyüme beklentisinde yapılan büyük oranlı aşağı yönlü revizyonu da göz önünde bulundurarak, açıklanan programı genel olarak nasıl değerlendirmek yerinde olur?
Ö.D.: Programda tereddüt yaratacak noktalar var. Özellikle büyüme ve enflasyon rakamları tutarsız görünüyor. Bu sene %3,2’ye revize edilen büyüme ve %7,4’ye yükseltilen enflasyon rakamının programda sırayla seneye %4 ve %5,3 olarak hedeflendiğini görüyoruz. Bu hedef için ya çok büyük bir sermaye girişi olur ve kurlar üzerinden enflasyonu aşağıya çekebilir, ya da çok sıkı bir para politikası söz konusu olabilir. Ancak sermaye girişleri devam etse bile bunun, enflasyonu kalıcı olarak %6’ların altına taşıyabilecek bir güce sahip olmasını beklemek için bir nedenimiz yok. Dolayısıyla o taraf biraz zor görünüyor. Diğer tarafta, Merkez Bankası (MB)’nın çok ciddi miktarda sıkılaştırma gerçekleştirmesi lazım ki bu da %4 büyüme hedefiyle çelişen bir durum. Ben MB’nin hemen önümüzdeki yıl bir sıkılaştırmaya gideceğini zannetmiyorum. Şu an zaten faiz koridorunun üst bandında indirimler gerçekleşiyor. Bunun önümüzdeki dönemde devamı da gelebilir. Birçok analist 3. çeyrekte bir toparlanma bekliyordu ama bu gecikti. Dolayısıyla MB politikalarının etkilerinin gecikmeli olarak görüldüğünü göz önüne alacak olursak, son çeyrekte bir toparlanma göreceğiz evet ama sonraki dönem için MB’nin ekonomiye biraz daha destek olması lazım. O yüzden de enflasyonu önceleyerek daha sıkı bir para politikası duruşuna sahip olacağını zannetmiyorum. Bu noktalardan bakıldığında tutarsızlıklar var gibi görünüyor ama bunu beklenti yönetimi olarak da algılayabiliriz. Beklentileri daha aşağı çekmek için konulmuş rakamlar olabilir. İkinci olarak, OVP çok ciddi hazırlanmış, kendi içinde tutarlı olması için özen gösterilmiş, bütün ilgili kurumların görüşleri alınarak hazırlanmış bir program. Büyüme, cari açık, bütçe hedefleri çıpa olarak alınır ama enflasyon hedefi pek çıpa olarak alınmaz. Geçen sene OVP’ de MB’nin telaffuz ettiğinden farklı bir enflasyon hedefi görmüştük ve piyasa MB hedefini çıpa olarak alıyor. Bu açıdan piyasa, önümüzdeki günlerde açıklanacak olan MB’nin yeni yılsonu ve 2013 tahmini göz önünde bulunduracaktır. Bu da muhtemelen önümüzdeki yıl için %5,3’ten daha büyük bir rakam olacak.

K.A.: Dış ticaret dengesine baktığımızda açık tarafında bir artış beklentisi görüyoruz. İthalatla büyüme modeli devam edecek gibi görünüyor. İhracatta bir miktar artışa rağmen bunun açığı azaltacak oranda beklenmediğini görüyoruz. Bu da aslında belki enflasyon noktasındaki endişelerimizi biraz daha körüklüyor. Açıklanan teşvik politikalarının kısa vadede net bir etkisinin beklenmediği anlaşılıyor. Aynı sarmala dönüyoruz yine cari açığımız tam kapandı derken bu sefer ithalat vergi gelirlerinden mahrum kalan bütçemiz açık vermeye başlıyor. Fakat programda açıklanan vergi gelirleriyle ilgili de 2012, 2013 ve takip eden yıllarda ciddi bir artış söz konusu. Bu, vergi sisteminde köklü bir değişim mi yoksa ekstra zamların bizi beklediğine mi işaret olacak? Bütçe dengesini nasıl sağlamayı düşünüyor hükümet?
Ö.D.: Vergiler tarafında biraz iyimser bir görünüm var. Dolaylı vergilere dayalı bir bütçe yapımız var. Vergi oranlarındaki artış yansıyacak tabi bundan sonraki gelirlere, daha yüksek tahsilat söz konusu olacak ama asıl döngüsel olarak yani 4. Çeyrek itibariyle hafif hafif ekonomide bir toparlanma bekliyorsak onun yansımasını tabi özellikle tüketim vergileri üzerinden görüyor olacağız. Oradaki beklenti biraz, büyüme 3,2’den 4’e gelirken vergi gelirlerinde de ona paralel bir şey konmuş olabilir. Ama varsayımlar biraz cömert kaçmış olabilir o noktada.

K.A.: İç talep odaklı bir büyüme beklentisi mi var aslında?
Ö.D.: Onu söyleyemeyiz çünkü o tarafta yapısal bir dönüşüm gerçekleştiriyor gerçekten Türkiye. O noktadaki performansının hakkını teslim etmek lazım. Normalde Avrupa’ya olan ihracat %55’lerden, 5 sene öncesine baktığımız zaman %65’lerden %35’lere yakın seviyelere geldiyse normal şartlarda aslında ihracatta bir çökme görmemiz lazım. Ama öyle bir şey görmediğimiz gibi artış görüyoruz. Ve son 4-5 yıldaki karşılaştırmalara baktığınız zaman da Ortadoğu, Çin ve Türki Cumhuriyetlere %150’ler, %170’ler oranında ihracat artışları söz konusu. Dolayısıyla aradaki o düşüşü biz pazar çeşitlendirmesiyle kapatmış vaziyetteyiz. Bu yapısal bir şeydir. O pazarlar paldır küldür yeniden Avrupa’ya dönmeyecek. Avrupa’daki yavaşlamanın etkisini nispeten daha az hissediyor olacağız. Dolayısıyla da tamamen iç talep kaynaklı, kompozisyon tamamen iç talebe döndü demek çok çok doğru değil. Evet, belli bir ihracat tutturduk, bundan sonra o hızlı artışları belki görmeyeceğiz ama iç talepteki canlanma ne kadar ithalata yansıyacak? Ben o kadar şiddetli bir şekilde olacağını zannetmiyorum. Talepteki açılmanın çok çok büyük miktarlarda olacağını tahmin etmiyorum. Dolayısıyla da teşvikler dedik, ithalat üzerindeki etkisi. Aslında baktığınız zaman teşvikler yatırımı canlandırıcı bir unsur dolayısıyla uzun vadeli perspektifte baktığımızda evet cari açığımız olabilir ama cari açık negatiftir zaten. Tasarruf, yatırım açığıdır cari açık dediğimiz şey. Yatırımları siz artırdığınız zaman aslında cari açığınıza kötülük yapıyorsunuz demektir. Burada yapılması gereken tasarrufları artırmak yatırımları o kanaldan beslemektir. Bunun için de  teşvik politikası için uygulanan strateji yatırımların ithal ettiğimiz malların üretimi üzerine kanalize edilmesi, dolayısıyla ithalatın düşürülmesi, yatırım artarken aynı zamanda cari açığa yardım etmek şeklinde bir stratejiydi. Ama onun etkilerini hemen teşvikin açıklandığı sene beklemek çok doğru değil. Bizim yapmamız gereken, bu yapısal reformlar evet zaman alacaktır, etkilerini belki 2-3 sene sonra göreceğiz, o aradaki zamanda talep koşullarını iyi yönetmek ve bu yeniden dengelenmeyi performansı bozmadan sürdürebilmek. İç talep dış talep yer değiştirmesini ya da biraz daha dengelenmesini, iç talebin daha az dış talebin katkısının daha çok olduğu resmi bozmadan o yapısal reformların etkisini görene kadar idare edebilmek.

K.A.: Bu noktada hükümet, cari açığa olumlu katkı sağlayacak tasarruflardaki artış vizyonunu aynı zamanda düşük faiz politikasıyla sürdürebilir mi? Bir yandan bireysel emeklilik sistemine yapılan destekler de söz konusu. Tasarruflar bu şekildei istenilen noktaya çekilebilecek mi?
Ö.D.: Şu anda çok düşük tasarruf oranımız. Son yıllarda % 13-14 seviyelerinde seyrediyor. Dolayısıyla o tarafta alınması gereken çok daha fazla yapısal önlem var. Ama bireysel emeklilik tarafı önemli. Çünkü gelinen seviye daha çok düşük seviyelerde. Türkiye o anlamda yavaş yavaş alışıyor, o tür bir emeklilik sistemine yeni yeni adapte oluyor. Dolayısıyla potansiyeli çok büyük. Mutlaka pozitif yansıması olacaktır. Ama istediği seviyeler, rakam olarak söylemesi güç. Dediğim gibi tasarruf yatırım dengesi %14 tasarrufunuz varsa %24 yatırımınız varsa %10 cari açık veriyorsunuz demektir ki bu oran çok büyük.  Onun için yatırım oranınızı %24-25’lerde tasarruf oranınızı da %20’lere çıkarmanız lazım ki %13-14’lerden %5’lere inen bir açığınız olsun sadece. O da birazcık zaman alacak gibi görünüyor.

K.A.: Global düzlemde çok köklü makro sıkıntıların yaşandığı, içerde de her şeyin sorunsuz olmadığı bu dönemde, şirketlerimizin ihracat noktasında potansiyellerinin son dönemde biraz daha realize olduklarını görüyoruz. Az önce söylediğiniz gibi pazar çeşitlendirmeleri de onların ciddi bir başarısı bu noktada. Genel olarak şirketlerimizin performansı bu kriz ortamında aslında çok da kötü değil diyebilir miyiz?
Ö.D.: İç talebe yönelik ve dış talebe yönelik üretim yapan şirketler arsında o anlamda farklar var. İç talebe yönelik üretim yapan firmalar krizi daha derin hissediyorlar. Çünkü GSMH rakamlarından takip edebildiğimiz kadarıyla negatif büyüyor iç talep. Dolayısıyla ihracat kanalları olan, ihracat için üretim yapan veya ihracat yapan firmalar, bu yeniden dengelenmeden daha ciddi performansla çıktılar. Ve ekonomik yavaşlamayı daha az hissettiler pazar çeşitlendirmeleri dolayısıyla. Ama diğer kesime krizin çok ciddi yansımaları oldu. Hem istihdam tarafında, sanayi istihdamı çok zayıf seyrediyor, hem de gelir ve kâr anlamında biraz daha fazla hissettiler. Bu yavaşlık 4. çeyrekte bir parça toparlanma görebilecek olmamıza rağmen bir süre daha sürecek gibi. Ama bunu, sürdürülebilir büyüme patikasına girmenin ödeyeceğimiz bir maliyeti olarak görmemiz lazım.

K.A.: Peki bu noktada ve özellikle böyle sıkıntılı bir dönemde hem iç tüketime hem de ihracata yönelik faaliyet gösteren şirketlerimizin finansal iletişimlerindeki seviyelerini nasıl değerlendirirsiniz?
Ö.D.: Bu konu finansal sistemin sağlığı açısından çok çok önemli bir konu. İMKB’ye kote şirketler yasal zorunluluklarından dolayı bu noktada daha sistematik olsalar da bunun tüm şirketlere yansıması gerekiyor. Çünkü bu iletişim hem şirkete yatırım yapanlar açısından hem potansiyel yatırımcılar açısından hem de uygun rekabet ortamının oluşması açısından çok önemli. Açıklık, şeffaflık çok önemli. Bu bilgiler ne kadar çok paylaşılırsa yatırım yapan, tüketim yapan, potansiyel yatırımı düşünen veya rekabet içinde olacağı şirketler açısından olumlu anlamda kullanılabilecek bilgiler. Şirketlerin de bu anlamda bu raporlama ve iletişimlerini kendilerine dezavantaj görmek yerine uzun vadeli büyümeleri için, sistemin sağlıklı işlemesi için bir avantaj olarak görmeleri gerekiyor. O anlamda biz yeterliyiz diyemeyeceğim.

K.A.: Türkiye’de genelde kriz dönemlerinde ilk kesilen bütçeler reklam, halkla ilişkiler ve iletişimin alanına giren her türlü faaliyetler olmakta. Fakat bu kriz döneminde buna ağırlık veren ve bu disiplinini bozmayan şirketler kendilerini bir adım daha öne çıkarabilecek diyebilir miyiz?
Ö.D.: Evet çünkü her açıdan seçici olması gereken bir dönem. Yatırımcı gözüyle bakarsak da seçici olmamız gereken bir dönemdeyiz. Operasyonlarımızı planladığımız, aktif olacağımız pazarları seçerken de seçici olmamız gereken bir dönemdeyiz. Onun için bilgi akışının sağlıklı olması çok önemli. Gerek şirket olarak bir alana yatırım yapacak, gerek tüketici olarak bir alana yaklaşımda bulunacak olsam her açıdan o bilgi, o şeffaflık,  bireysel olarak çok küçük bir şeymiş gibi görünebilir, olmasa da olur dedirtebilir ama sistemin sağlıklı çalışıp daha sağlıklı bir işleyişe geçmek açısından çok önemli.

K.A.: Çok teşekkür ediyoruz.
Ö.D.: Ben teşekkür ediyorum.

12 Ekim 2012 Cuma

Prof. Dr. Kerem Alkin ile Türkiye ve Dünyadaki Son Ekonomik Gelişmeleri Konuştuk:

K.L.A.: Önümüzde yine yoğun bir  gündem bulunuyor. Yaklaşık son bir buçuk senedir, günlük haber akışları ve gelişmelere bağlı çalkalanmalar yaşamaktayız. Son gelişmelerle ilgili genel bir değerlendirmenizi alabilir miyiz?
K.A.: Her şeyden önce son birkaç haftanın konusu İspanya. İspanya, Avrupa Birliği (AB)’ nden yardım talep etmemek için büyük bir çaba sarf ediyor. Hata bu konudaki çabası piyasalarda gidere daha da olumsuz tepkilere yol açıyor. Bu da kendisini İspanya tahvil faizlerinde yükseliş olarak gösteriyor. Piyasalar İspanya’ ya açık bir şekilde “Daha fazla direnme, bir an önce yardım başvurusunda bulun, gereken anlaşmaları yap ve ülke artık bu türbülanstan çıksın…” mesajını veriyor. Görebildiğimiz kadarıyla piyasalar, İspanya’ yı ülke tahvilleri tarafında baskı yaratarak köşeye sıkıştıracak ve sonunda masaya oturtacak. Genel olarak makroekonomik sıkıntı içindeki ülkelerin ilgili organlarla anlaşmalar yoluyla sorunlarına çözüm arayacağı yönünde bir beklenti mevcut. Bunun çok net öne çıktığını görüyoruz.
AB ile ilgili 2013 yılında da bugünkünden farklı bir tablo olmayacağı görünüyor. Her ay yapılan büyüme tahminlerinde, önümüzdeki yıl için Euro Bölgesi’ ndeki büyüme rakamlarının giderek daha aşağı geldiği görülüyor. Ekonomistler 2013 içinde Euro Bölge’ sinin ya hiç büyümeyeceğini ya da yine bu sene olduğu gibi %0.5 daralacağını öngörüyorlar. Bunun doğal sonucu olarak da, Almanya ve Fransa gibi başat ülkelerin büyümeleri de aşağı yönde revize ediliyor. Bu noktada tek istisnai ülke var. Bu sene negatif büyüme yaşaması beklenen İngiltere’ nin gelecek yıl ciddi bir sıçramayla pozitif büyümeye geçeceği öngörülüyor. Bunda ülkenin zamanında AB üyeliğini referandumla kabul etmemiş olmasının rahatlığıyla, Avrupa Merkez Bankası’ndan daha bağımsız bir politika izleyerek büyüme yönünde tedbirlerin alınmaya başlamış olması önemli rol oynuyor.
ABD tarafında, Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinde Obama’ nın belki yeniden seçildiğine şahit olacağız. Ancak Obama yeniden seçilirse çıkacak yeni sorun, son dönemde yapılan ara seçimlerde Temsilciler Meclisi ve Senato’ da Cumhuriyetçiler’ in ağırlığının artması. Bundan dolayı yeniden seçilmesi durumunda Obama’ nın, Federal Hazine’ nin borçlanma tavanını artırmaya yönelik bir kararı Kongre’ den geçirebilmesi son derece zorlaşacak. Cumhuriyetçiler son kerteye kadar, hatta bazı demokrat senatörlerden de destek alarak Obama yönetimini kitleyebilirler. Borçlanma tavanı artırımının kabul edilmemesi, ABD için bu yılsonunda gerçekleşecek “Mali Uçurum” ile kamu maliyesinde büyük bir riski doğuracaktır. Federal Hükümet bu noktada kitlenebilir. Daha önce Clinton’ ın da başına gelmişti bu. Ciddi sayıda kamu personeli’ nin maaş verilememesinden dolayı işine son verilmesi gündeme gelebilir. Bu yaşananlardan dolayı Sayın Ali Babacan’ın da altını çizdiği konu, başkanlık seçimlerinden sonra bu yaşanabilecek tatsızlıklardan dolayı ABD’ nin Euro Bölgesin’ nden bile daha çok konuşulacak bir ekonomi olabileceği. Bunu da vurgulamak lazım.

K.L.A.: Geçtiğimiz hafta içerisinde AB Maliye Bakanları’ nın bir araya gelerek ESM (European Stability Mechanism)’ i operasyonel hale getirdiklerini açıkladılar. Toplantının hemen öncesinde ise Avrupa piyasalarında satışlara şahit olduk. Yeni adımın, 1.20 seviyelerinden tekrar 1.30’ lara gelen Euro/Dolar paritesi üzerinde orta vadede daha yukarı taşıyacak olumlu bir etkisi olacak mı?
K.A.: AB cephesinde kurumsal olarak bu krizin atlatılmasına yönelik alınan her tedbir pariteyi tartışmasız Euro lehine yukarı taşıyacaktır. Bu zamana kadar paritenin aşağı yönlü sert hareketlerine Avrupalı liderlerin zamanında karar alamamaları neden oldu. Almanya’ nın bu adımlara yönelik direnmesinin sona ermesiyle, Avrupa’ nın kollektif adım atma kabiliyeti arttıkça piyasalar bunu pozitif algılayacaktır. Zaten hali hazırda var olan EFSF (European Financial Stability Fund) ve ESM gibi kollektif tedbirler bir süredir gündemde olduğu için piyasalar tarafından fiyatlanmıştı. Şüphesiz, bu tedbirlerin tek tek hayata geçmesi paritenin gerilemesini engelleyecektir. Bu Türk ihracatçısı için iyi bir şey. Önümüzdeki dönemde ABD ekonomisiyle ilgili sinyaller kötüleştikçe, bahsettiğimiz tehlikeler başkanlık seçimleri sonrasında gündeme gelirse paritede Euro aleyhine bir gelişme olmayacak gibi görünüyor. Avrupa tarafındaki tedbirler hayata geçtikçe bir miktar değer kazandığına da şahit olabiliriz. ABD’ de sorunlar derinleştikçe paritede 1.36’ ları bile görebiliriz. Bu ihracatçımız için sevindirici bir durum. Bundan mutlu olmayacak olan ise Almanya. Çünkü Almanya bilinçli olarak krizin bazı aşamalarını çok kötü yönetiyormuş gibi gözükerek kendi ihracatı için paritenin düşmesi için çaba sarf etti ama istediği kadar başarılı olamadı. Bu noktada önde gelen gelişmiş ekonomiler arasında örtülü bir kur savaşı yaşandığını da göz ardı etmemek lazım. Almanya şu an ABD’ den bile daha düşük ihracat yapıyor. Daha iki buçuk üç sene öncesine kadar dünyanın en büyük imalat sanayi ihracatçısı konumunda olan ülkesiydi. Bu nedenle paritenin 1.18’ lere kadar düşememiş olmasından dolayı hiç mutlu olmadığını düşünüyorum. Fakat burada çok tehlikeli bir denge var. Parite düşsün diye Euro bölgesinde işler çok kötü gidiyormuş gibi bir izlenim vermeye çalışması, Almanya’ nın elinde öyle kötü patlayabilir ki, bırakın Euro’ ya değer kaybettirmek, ortada Euro diye bir proje bile kalmayabilir. Bu yüzden bu tehlikeli oyunlarda biraz dikkat etmek gerekiyor.

K.L.A.: Dünya ekonomisinin sürükleyicisi konumunda görünen Çin, son zamanlarda gelen büyüme rakamlarıyla biraz soluklanıyor gibi görünüyor. Parasal genişleme politikalarına ağırlık vererek dünyadaki genel trendi takip ediyor. Bu noktada uzun vadede Çin’ in konumunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
K.A.: Çin elindeki imkanlar itibariyle şu an Batılı ekonomilerden daha şanslı. Çeşitli nedenlerle ekonomisi durgunluğa girdiği zaman Çin Merkez Bankası enflasyon riskinin de azaldığını görerek, para politikası tedbirlerini beklentilerin de ötesinde yumuşatmak suretiyle daha ciddi bir durgunluğa girmeyi engelleyebiliyor. Tabi ilginçtir, canına yandığımın dünyasında Çin’ in %10 civarında büyümelerine alışılınca %7,5 oranında bir büyümesinin durgunluk olarak değerlendirildiği garip bir konjonktür içerisindeyiz. Başka bir ülke için bu oranda bir büyüme büyük bir başarı olacakken, Çin için bu durgunluk olarak algılanıyor. Piyasada tabirlerin biraz fazla birbirine karıştırıldığı ve değerlendirilmelerin abartıldığını da ifade etmek lazım. Çin gibi bir ekonomi için ihtiyaç duyduğu büyümeye nispetle %5 lerde bir büyüme gerçekleştirdiğinde belki çok ciddi bir durgunluk yaşandığını söyleyebiliriz. Şu an dünya ortalama performansının 2,5 katı kadar büyürken çok büyük bir sıkıntı içine girdiğini söylemek biraz abartılı olur. Bununla birlikte devasa boyutta bir nüfusa sahip olduğu için tüm nüfusun refah seviyesini yükseltmek ve mevcut durumunu sürdürebilmek adına belli bir büyümenin altına düşmemesi gerekir. Alt ve üstyapı yatırımlarını devam ettirerek kendi halkının yaşam standartlarını yükseltmesi gerekiyor. Zaman içerisine girdikleri genel modelleme nedeniyle, dünyaya çok büyük ihracat yapmaktan çok ürettiği malı kendi halkına satarak iç taleple büyüme yönünde bir yapı değişikliğine gideceklerdir. Yalnız iç talebe dayalı büyüme şu an Çin gibi (ve bizim gibi) ekonomiler için çok riskli olur. Çünkü hane halkının bu anlamda çok bir geliri yok. Dolayısıyla ancak yüksek miktarda borçlanarak gerçekleşebilir, bu da ilerleyen dönemler daha büyük sıkıntılar doğurabilir.

K.L.A.: Türkiye’ ye dönersek, bu sene cari açık-bütçe dengesi arasındaki negatif sarmalı yine yaşıyoruz. Cari açığı azaltıyoruz derken, ithalat vergi gelirlerinden yoksun kalan bütçe açık veriyor. %1.5 olan yıl sonu hedefinin 1 puan üzerinde bir revizyon gerçekleşti. Yeni zamlar ve özelleştirmeler gündemde. Bu noktada Merkez Bankası (MB)’ nın yılsonu enflasyon hedefi de sıkıntıya girmiş durumda. Zamlara çok sıcak bakmadığınızı biliyorum. Peki, bu dengeyi nasıl sağlamak gerekir?
K.A.: Açıkça söylemek gerekirse burada bir noktadan sonra siyasi tercihler öne çıkıyor. Neticede Sayın Başbakan’ın kamudaki personel sayısına yönelik siyasi bir tercih süreci var. İktidardaki bir hükümete siyasi tercihleri ve yaptığı kamu harcamalarıyla ilgili bunları telafi edecek metodolojiyi oluşturuyorsa, eleştiride bulunmak hakkımız değil. Çünkü halkın oylarıyla gelmiş bir iktidar ve halk da oylarını belli beklentilerle yönlendiriyor. Bu çerçeveden baktığımızda yapılan harcamaları siyasetin kendi mecrası içinde normal karşılamamız lazım. Fakat bu harcamalar bir dönemin içinde arka arkaya gerçekleştiğinde, kamu harcamaları hedefin çok ötesine geçtiğinde, bütçe hedefleri sapmaya başladığında ve bunu telafi edecek yöntem ek vergi düzenlemeleri olduğunda yapılacak her düzenleme Türkiye ekonomisine bir enflasyon yansımasına sebep oluyor. Söz konusu malların esnekliğine göre de enflasyona 0.3 puanla 0.6 puan arasında bir yansıması söz konusu. Yıl sonu enflasyon beklentisini %6.2’ ye yükseltmiş olan MB, bu son zamlarla %7.2’ yi öngörmek zorunda. Çok sürpriz bir gelişme olabilir. Bu zamları firmalar sineye çekmek isteyebilirler. Otomotivde gördüğümüz gibi, ÖTV ayarlamasının ilk etapta satışları teşvik amacıyla fiyatlara yansıtılmadığını gördük. Dolayısıyla bu ve buna benzer gelişmeler gündeme gelirse 1 puana yakın etkinin daha az kaldığına şahit olabiliriz. Sene sonunda %7.2 ile %7.5 arasında bir enflasyon çıkması beklenirken, sürpriz bir gelişmeye de enflasyonda şahit olabiliriz.
Şu anda piyasalar Türkiye’ nin uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından gerçekleştirilecek olan not artırım beklentisine kilitlenmiş durumda. Fitch tarafından böyle bir adım gelirse, Türkiye’ nin dengeli büyümesiyle bazı kırılganlıklarını tedavi edebildiği ve dolayısıyla dünya ekonomisine durumunun iyi olduğu mesajını verebilir. Notumuzun yükselmesi Türkiye’ ye uluslararası anlamda itibar getirecektir ve mevcut kriz ortamını ne derece iyi yönetebildiğimizin göstergesi olacaktır.

K.L.A.: Cari açığımızın en önemli alt kalemi olan dış ticaret dengemizde son dönemlerde bir iyileşme gözlemliyoruz. Bunda, İran’ a yaptığımız altın ihracatının etkisi olduğu açık. Fakat bu durumun bir süre daha bu şekilde devam edebileceği görünüyor. Buradan hareketle, şirketlerimizin genel olarak ihracatlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
K.A.: Aslında sepet kurun ihracatçımıza yeteri kadar destek olamadığı ortada. Bunda da Merkez Bankası’ nın enflasyonist endişelerinin ana rolü oynadığını görüyoruz. TL ne kadar değer kaybederse o kadar enflasyonist etkisi oluyor ve MB için enflasyonu yönetmek o kadar zor bir hal alıyor. Bu nedenle MB açısından, TL’ nin bir miktar değer kazanması enflasyonu yönetebilmesi açısından kritik önemde. Tabi bu da Türk ihracatçısını fiyat rekabeti noktasında biraz zorluyor. Dolayısıyla bu çerçevede ne küresel konjonktürün ne de yurt içindeki kur düzeninin, ihracatçımıza çok iddialı bir ihracat performansı sunması açısından çok da yardımcı olmadığını görüyoruz. Süreci belki bu şekilde yönetmek gerekiyor. Bu şartlar altında dahi ihracatımızın ayakta kalma mücadelesi vermesi olumlu değerlendirilmeli. Ancak mevcut altın ihracatı çıkarıldığında ana ihracat alanlarımızdaki performansımızın hala yerinde sayıyor olması, çok zor bir konjonktürden geçtiğimizi gösteriyor.
2006’ dan itibaren AB dışındaki ülkelere de ağırlık vererek ihracat pazar çeşitlendirmesi yapmış olmamızın faydalarını görüyoruz. AB’ ye yaptığımız ihracatı toplam ihracatımızın %65’ inden %47’ sine indirememiş olsaydık, Avrupa bu krizi yaşarken biz de felaketleri yaşıyor olabilirdik. Türk ihracatçısı iyi ki, inanılmaz bir mücadele ortaya koyarak Körfez, Afrika, Orta Asya bölgelerine ihracat yapabildi, yoksa başımız cidden daha büyük bir belada olurdu.

K.L.A.: Hem içerde hem global düzlemde ciddi sıkıtılar yaşadığımız şu dönemde, gerek sanayi gerek finans sektörlerinde faaliyet gösteren şirketlerimizin finansal raporlama ve iletişimlerini sağlıklı tutmaları onlar açısından bir avantaj olacak mıdır?
K.A.: Böyle bir konjonktürde genellikle yerli ve yabancı yatırımcılar, bütün bu tabloya rağmen mikro performansını, karlılık ve genel olarak bilanço performansını belli bir düzeyde tutan, borçlanmasını, yatırımlarını çok dikkatli ve özenli yapan şirketleri dikkatle takip edip belki onların hisse senetlerine yatırım yapmayı tercih edeceklerdir. Dolayısıyla böyle bir süreçte bütün bu sıkıntılı tabloya rağmen, esasen ihracatını devam ettirmeyi başaran, iç talebini, finansal performansını belli bir düzeyde tutmayı başaran her firma mutlaka dikkatle takip edilecek ve aynı performansı gösteremeyen firmaların önünde yer alacaktır. Şirketlerin bilanço dönemlerini beklemeden ortaya koydukları performansı zaman zaman açıklayacak bir yapı ortaya koymaları yararlı olacaktır.