K.A.: Son günlerde hisse senetleri piyasasında yukarı yönlü hareketin
sürdüğüne şahit oluyoruz. Bu yıl içerisindeki en yüksek seviyesine ulaştı.
Henüz birkaç hafta öncesine kadar komşumuz Suriye ile olan hareketliliğin
negatif yönde fiyatlandığına şahit olmuştuk. Gösterge faizde %8 seviyeleri
beklenirken, şimdilerde 7,10’ların altına kadar gevşeyen bir tabloyla karşı karşıyayız.
Derecelendirme kuruluşu Fitch’ in not artırımı beklentisinin bu pozitif tabloda
önemli rol oynadığı ortada. Fakat gerek küresel gerek bölgesel gelişmeler ışığında
bu kadar iyimser bir tablo için biraz acele ediyor olabilir miyiz?
Ö.D.: Söz konusu risklerin ortadan kalktığını söylemek için
kesinlikle erken. Suriye ile ilgili gelişme, Mayıs ayından beri yaşanan
uluslararası piyasalardan pozitif yönde ayrışma durumuna kısa bir sekte vurdu.
Zira burada fiyatlanmayan tek şey Türkiye’nin politik riskiydi. Yılın ilk
yarısına baktığımızda son derece olumlu bir tabloyla karşı karşıyaydık.
Özellikle, büyüme %4’ler civarında bekleniyordu, enflasyon düşme eğilimindeydi
ve yılsonu beklentileriyle uyumluydu, cari açık düşüyordu, mali tarafın güçlü
olduğu bir resim vardı karışımızda.
Burada sadece son zamlarla beraber enflasyon hedefinden bir sapma söz
konusu oldu. Bütçe tarafında da bir düzeltme gelse de bu mevcut mali yapı
üzerinde inanılmaz bir borç yükü oluşturacak kadar ciddi bir durum arz
etmiyordu. Makro tarafta bunlar gerçekleşirken, politik risk hiç fiyatlanmadığı
için bir anda ortaya çıkması ki o da S&P’nin bir not artırımıyla ilgili
bunun risk unsuru olacağını belirten açıklamasıyla gündeme geldi, farklı bir
gündem çıkardı karşımıza. Bu daha ciddi bir şekilde fiyatlanmaya başlayacaktı
ki, Moody’s ve Fitch arka arkaya bunun mevcut koşullarda, tabi bir savaş durumu
olmadan, not görünümünü değiştirecek kadar büyük bir sorun olmayacağını
açıkladı. Bir de tabi 8 Kasım’ da Fitch’in “Türkiye’nin 2012 not görünümü”
başlıklı bir sunumu gerçekleşecek. Dolayısıyla bu tarih de piyasalar açısından
bir not artırım beklentisinin dayanağı haline geldi. Şu an onun yansımasını
görüyoruz. Piyasadaki ralli, temel dinamiklerdeki iyileşmelerden ziyade bu
beklenti ve dışarıdan gelen bazı olumlu datalardan besleniyor. Başa dönecek
olursak, hala politik risk masada. Avrupa tarafında, İspanya’nın yardım için
başvurusu bekleniyor ama sonrasındaki süreç, yani borç sürdürebilirliği
sorunları da hala aşılmış değil. Bankacılık birliği ile ilgili somut adım
atılmış değil. Troika’nın Yunanistan kararı henüz çıkmadı. Tüm bu meseleler
bertaraf edildi, önümüz artık açıldı demek için henüz çok erken.
K.A.: Global gelişmelerin biraz bizim
yanımızda olduğu bir hafta geçirdik. Geçtiğimiz hafta da, ulusal tarafta yeni
revizyonlarla düzeltilen Orta Vadeli Program (OVP) açıklandı. Çok inandırıcı
bulunmadığı yönünde eleştiriler var. Enflasyon, büyüme ve cari açık
hedeflerinin biraz çelişkili olabileceği göze çarpıyor. Yıl sonu büyüme
beklentisinde yapılan büyük oranlı aşağı yönlü revizyonu da göz önünde bulundurarak,
açıklanan programı genel olarak nasıl değerlendirmek yerinde olur?
Ö.D.: Programda tereddüt yaratacak noktalar var. Özellikle büyüme
ve enflasyon rakamları tutarsız görünüyor. Bu sene %3,2’ye revize edilen büyüme
ve %7,4’ye yükseltilen enflasyon rakamının programda sırayla seneye %4 ve %5,3
olarak hedeflendiğini görüyoruz. Bu hedef için ya çok büyük bir sermaye girişi
olur ve kurlar üzerinden enflasyonu aşağıya çekebilir, ya da çok sıkı bir para
politikası söz konusu olabilir. Ancak sermaye girişleri devam etse bile bunun,
enflasyonu kalıcı olarak %6’ların altına taşıyabilecek bir güce sahip olmasını
beklemek için bir nedenimiz yok. Dolayısıyla o taraf biraz zor görünüyor. Diğer
tarafta, Merkez Bankası (MB)’nın çok ciddi miktarda sıkılaştırma
gerçekleştirmesi lazım ki bu da %4 büyüme hedefiyle çelişen bir durum. Ben
MB’nin hemen önümüzdeki yıl bir sıkılaştırmaya gideceğini zannetmiyorum. Şu an
zaten faiz koridorunun üst bandında indirimler gerçekleşiyor. Bunun önümüzdeki
dönemde devamı da gelebilir. Birçok analist 3. çeyrekte bir toparlanma
bekliyordu ama bu gecikti. Dolayısıyla MB politikalarının etkilerinin gecikmeli
olarak görüldüğünü göz önüne alacak olursak, son çeyrekte bir toparlanma
göreceğiz evet ama sonraki dönem için MB’nin ekonomiye biraz daha destek olması
lazım. O yüzden de enflasyonu önceleyerek daha sıkı bir para politikası
duruşuna sahip olacağını zannetmiyorum. Bu noktalardan bakıldığında
tutarsızlıklar var gibi görünüyor ama bunu beklenti yönetimi olarak da
algılayabiliriz. Beklentileri daha aşağı çekmek için konulmuş rakamlar
olabilir. İkinci olarak, OVP çok ciddi hazırlanmış, kendi içinde tutarlı olması
için özen gösterilmiş, bütün ilgili kurumların görüşleri alınarak hazırlanmış
bir program. Büyüme, cari açık, bütçe hedefleri çıpa olarak alınır ama
enflasyon hedefi pek çıpa olarak alınmaz. Geçen sene OVP’ de MB’nin telaffuz
ettiğinden farklı bir enflasyon hedefi görmüştük ve piyasa MB hedefini çıpa
olarak alıyor. Bu açıdan piyasa, önümüzdeki günlerde açıklanacak olan MB’nin
yeni yılsonu ve 2013 tahmini göz önünde bulunduracaktır. Bu da muhtemelen
önümüzdeki yıl için %5,3’ten daha büyük bir rakam olacak.
K.A.: Dış ticaret dengesine
baktığımızda açık tarafında bir artış beklentisi görüyoruz. İthalatla büyüme
modeli devam edecek gibi görünüyor. İhracatta bir miktar artışa rağmen bunun
açığı azaltacak oranda beklenmediğini görüyoruz. Bu da aslında belki enflasyon
noktasındaki endişelerimizi biraz daha körüklüyor. Açıklanan teşvik
politikalarının kısa vadede net bir etkisinin beklenmediği anlaşılıyor. Aynı
sarmala dönüyoruz yine cari açığımız tam kapandı derken bu sefer ithalat vergi
gelirlerinden mahrum kalan bütçemiz açık vermeye başlıyor. Fakat programda
açıklanan vergi gelirleriyle ilgili de 2012, 2013 ve takip eden yıllarda ciddi
bir artış söz konusu. Bu, vergi sisteminde köklü bir değişim mi yoksa ekstra
zamların bizi beklediğine mi işaret olacak? Bütçe dengesini nasıl sağlamayı
düşünüyor hükümet?
Ö.D.: Vergiler tarafında biraz iyimser bir görünüm var. Dolaylı
vergilere dayalı bir bütçe yapımız var. Vergi oranlarındaki artış yansıyacak
tabi bundan sonraki gelirlere, daha yüksek tahsilat söz konusu olacak ama asıl
döngüsel olarak yani 4. Çeyrek itibariyle hafif hafif ekonomide bir toparlanma
bekliyorsak onun yansımasını tabi özellikle tüketim vergileri üzerinden görüyor
olacağız. Oradaki beklenti biraz, büyüme 3,2’den 4’e gelirken vergi
gelirlerinde de ona paralel bir şey konmuş olabilir. Ama varsayımlar biraz
cömert kaçmış olabilir o noktada.
K.A.: İç talep odaklı bir büyüme beklentisi
mi var aslında?
Ö.D.: Onu söyleyemeyiz çünkü o tarafta yapısal bir dönüşüm gerçekleştiriyor
gerçekten Türkiye. O noktadaki performansının hakkını teslim etmek lazım.
Normalde Avrupa’ya olan ihracat %55’lerden, 5 sene öncesine baktığımız zaman
%65’lerden %35’lere yakın seviyelere geldiyse normal şartlarda aslında
ihracatta bir çökme görmemiz lazım. Ama öyle bir şey görmediğimiz gibi artış
görüyoruz. Ve son 4-5 yıldaki karşılaştırmalara baktığınız zaman da Ortadoğu,
Çin ve Türki Cumhuriyetlere %150’ler, %170’ler oranında ihracat artışları söz
konusu. Dolayısıyla aradaki o düşüşü biz pazar çeşitlendirmesiyle kapatmış
vaziyetteyiz. Bu yapısal bir şeydir. O pazarlar paldır küldür yeniden Avrupa’ya
dönmeyecek. Avrupa’daki yavaşlamanın etkisini nispeten daha az hissediyor
olacağız. Dolayısıyla da tamamen iç talep kaynaklı, kompozisyon tamamen iç
talebe döndü demek çok çok doğru değil. Evet, belli bir ihracat tutturduk,
bundan sonra o hızlı artışları belki görmeyeceğiz ama iç talepteki canlanma ne kadar
ithalata yansıyacak? Ben o kadar şiddetli bir şekilde olacağını zannetmiyorum.
Talepteki açılmanın çok çok büyük miktarlarda olacağını tahmin etmiyorum.
Dolayısıyla da teşvikler dedik, ithalat üzerindeki etkisi. Aslında baktığınız
zaman teşvikler yatırımı canlandırıcı bir unsur dolayısıyla uzun vadeli
perspektifte baktığımızda evet cari açığımız olabilir ama cari açık negatiftir
zaten. Tasarruf, yatırım açığıdır cari açık dediğimiz şey. Yatırımları siz
artırdığınız zaman aslında cari açığınıza kötülük yapıyorsunuz demektir. Burada
yapılması gereken tasarrufları artırmak yatırımları o kanaldan beslemektir.
Bunun için de teşvik politikası için
uygulanan strateji yatırımların ithal ettiğimiz malların üretimi üzerine
kanalize edilmesi, dolayısıyla ithalatın düşürülmesi, yatırım artarken aynı
zamanda cari açığa yardım etmek şeklinde bir stratejiydi. Ama onun etkilerini
hemen teşvikin açıklandığı sene beklemek çok doğru değil. Bizim yapmamız
gereken, bu yapısal reformlar evet zaman alacaktır, etkilerini belki 2-3 sene
sonra göreceğiz, o aradaki zamanda talep koşullarını iyi yönetmek ve bu yeniden
dengelenmeyi performansı bozmadan sürdürebilmek. İç talep dış talep yer
değiştirmesini ya da biraz daha dengelenmesini, iç talebin daha az dış talebin
katkısının daha çok olduğu resmi bozmadan o yapısal reformların etkisini görene
kadar idare edebilmek.
K.A.: Bu noktada hükümet, cari açığa
olumlu katkı sağlayacak tasarruflardaki artış vizyonunu aynı zamanda düşük faiz
politikasıyla sürdürebilir mi? Bir yandan bireysel emeklilik sistemine yapılan
destekler de söz konusu. Tasarruflar bu şekildei istenilen noktaya çekilebilecek
mi?
Ö.D.: Şu anda çok düşük tasarruf oranımız. Son yıllarda % 13-14
seviyelerinde seyrediyor. Dolayısıyla o tarafta alınması gereken çok daha fazla
yapısal önlem var. Ama bireysel emeklilik tarafı önemli. Çünkü gelinen seviye
daha çok düşük seviyelerde. Türkiye o anlamda yavaş yavaş alışıyor, o tür bir
emeklilik sistemine yeni yeni adapte oluyor. Dolayısıyla potansiyeli çok büyük.
Mutlaka pozitif yansıması olacaktır. Ama istediği seviyeler, rakam olarak
söylemesi güç. Dediğim gibi tasarruf yatırım dengesi %14 tasarrufunuz varsa %24
yatırımınız varsa %10 cari açık veriyorsunuz demektir ki bu oran çok büyük. Onun için yatırım oranınızı %24-25’lerde tasarruf
oranınızı da %20’lere çıkarmanız lazım ki %13-14’lerden %5’lere inen bir
açığınız olsun sadece. O da birazcık zaman alacak gibi görünüyor.
K.A.: Global düzlemde çok köklü makro sıkıntıların
yaşandığı, içerde de her şeyin sorunsuz olmadığı bu dönemde, şirketlerimizin
ihracat noktasında potansiyellerinin son dönemde biraz daha realize olduklarını
görüyoruz. Az önce söylediğiniz gibi pazar çeşitlendirmeleri de onların ciddi
bir başarısı bu noktada. Genel olarak şirketlerimizin performansı bu kriz
ortamında aslında çok da kötü değil diyebilir miyiz?
Ö.D.: İç talebe yönelik ve dış talebe yönelik üretim yapan şirketler
arsında o anlamda farklar var. İç talebe yönelik üretim yapan firmalar krizi
daha derin hissediyorlar. Çünkü GSMH rakamlarından takip edebildiğimiz
kadarıyla negatif büyüyor iç talep. Dolayısıyla ihracat kanalları olan, ihracat
için üretim yapan veya ihracat yapan firmalar, bu yeniden dengelenmeden daha
ciddi performansla çıktılar. Ve ekonomik yavaşlamayı daha az hissettiler pazar
çeşitlendirmeleri dolayısıyla. Ama diğer kesime krizin çok ciddi yansımaları
oldu. Hem istihdam tarafında, sanayi istihdamı çok zayıf seyrediyor, hem de
gelir ve kâr anlamında biraz daha fazla hissettiler. Bu yavaşlık 4. çeyrekte
bir parça toparlanma görebilecek olmamıza rağmen bir süre daha sürecek gibi. Ama
bunu, sürdürülebilir büyüme patikasına girmenin ödeyeceğimiz bir maliyeti
olarak görmemiz lazım.
K.A.: Peki bu noktada ve özellikle
böyle sıkıntılı bir dönemde hem iç tüketime hem de ihracata yönelik faaliyet
gösteren şirketlerimizin finansal iletişimlerindeki seviyelerini nasıl
değerlendirirsiniz?
Ö.D.: Bu konu finansal sistemin sağlığı açısından çok çok önemli
bir konu. İMKB’ye kote şirketler yasal zorunluluklarından dolayı bu noktada
daha sistematik olsalar da bunun tüm şirketlere yansıması gerekiyor. Çünkü bu
iletişim hem şirkete yatırım yapanlar açısından hem potansiyel yatırımcılar
açısından hem de uygun rekabet ortamının oluşması açısından çok önemli. Açıklık,
şeffaflık çok önemli. Bu bilgiler ne kadar çok paylaşılırsa yatırım yapan,
tüketim yapan, potansiyel yatırımı düşünen veya rekabet içinde olacağı
şirketler açısından olumlu anlamda kullanılabilecek bilgiler. Şirketlerin de bu
anlamda bu raporlama ve iletişimlerini kendilerine dezavantaj görmek yerine
uzun vadeli büyümeleri için, sistemin sağlıklı işlemesi için bir avantaj olarak
görmeleri gerekiyor. O anlamda biz yeterliyiz diyemeyeceğim.
K.A.: Türkiye’de genelde kriz
dönemlerinde ilk kesilen bütçeler reklam, halkla ilişkiler ve iletişimin
alanına giren her türlü faaliyetler olmakta. Fakat bu kriz döneminde buna
ağırlık veren ve bu disiplinini bozmayan şirketler kendilerini bir adım daha
öne çıkarabilecek diyebilir miyiz?
Ö.D.: Evet çünkü her açıdan seçici olması gereken bir dönem. Yatırımcı
gözüyle bakarsak da seçici olmamız gereken bir dönemdeyiz. Operasyonlarımızı
planladığımız, aktif olacağımız pazarları seçerken de seçici olmamız gereken
bir dönemdeyiz. Onun için bilgi akışının sağlıklı olması çok önemli. Gerek şirket
olarak bir alana yatırım yapacak, gerek tüketici olarak bir alana yaklaşımda
bulunacak olsam her açıdan o bilgi, o şeffaflık, bireysel olarak çok küçük bir şeymiş gibi
görünebilir, olmasa da olur dedirtebilir ama sistemin sağlıklı çalışıp daha
sağlıklı bir işleyişe geçmek açısından çok önemli.
K.A.: Çok teşekkür ediyoruz.
Ö.D.: Ben teşekkür ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder