K.L.A.: Önümüzde yine yoğun bir gündem bulunuyor. Yaklaşık son bir buçuk
senedir, günlük haber akışları ve gelişmelere bağlı çalkalanmalar yaşamaktayız.
Son gelişmelerle ilgili genel bir değerlendirmenizi alabilir miyiz?
K.A.: Her şeyden önce son birkaç
haftanın konusu İspanya. İspanya, Avrupa Birliği (AB)’ nden yardım talep
etmemek için büyük bir çaba sarf ediyor. Hata bu konudaki çabası piyasalarda
gidere daha da olumsuz tepkilere yol açıyor. Bu da kendisini İspanya tahvil
faizlerinde yükseliş olarak gösteriyor. Piyasalar İspanya’ ya açık bir şekilde
“Daha fazla direnme, bir an önce yardım başvurusunda bulun, gereken anlaşmaları
yap ve ülke artık bu türbülanstan çıksın…” mesajını veriyor. Görebildiğimiz
kadarıyla piyasalar, İspanya’ yı ülke tahvilleri tarafında baskı yaratarak
köşeye sıkıştıracak ve sonunda masaya oturtacak. Genel olarak makroekonomik
sıkıntı içindeki ülkelerin ilgili organlarla anlaşmalar yoluyla sorunlarına
çözüm arayacağı yönünde bir beklenti mevcut. Bunun çok net öne çıktığını
görüyoruz.
AB
ile ilgili 2013 yılında da bugünkünden farklı bir tablo olmayacağı görünüyor.
Her ay yapılan büyüme tahminlerinde, önümüzdeki yıl için Euro Bölgesi’ ndeki
büyüme rakamlarının giderek daha aşağı geldiği görülüyor. Ekonomistler 2013
içinde Euro Bölge’ sinin ya hiç büyümeyeceğini ya da yine bu sene olduğu gibi
%0.5 daralacağını öngörüyorlar. Bunun doğal sonucu olarak da, Almanya ve Fransa
gibi başat ülkelerin büyümeleri de aşağı yönde revize ediliyor. Bu noktada tek
istisnai ülke var. Bu sene negatif büyüme yaşaması beklenen İngiltere’ nin
gelecek yıl ciddi bir sıçramayla pozitif büyümeye geçeceği öngörülüyor. Bunda
ülkenin zamanında AB üyeliğini referandumla kabul etmemiş olmasının
rahatlığıyla, Avrupa Merkez Bankası’ndan daha bağımsız bir politika izleyerek
büyüme yönünde tedbirlerin alınmaya başlamış olması önemli rol oynuyor.
ABD
tarafında, Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinde Obama’ nın belki yeniden
seçildiğine şahit olacağız. Ancak Obama yeniden seçilirse çıkacak yeni sorun,
son dönemde yapılan ara seçimlerde Temsilciler Meclisi ve Senato’ da
Cumhuriyetçiler’ in ağırlığının artması. Bundan dolayı yeniden seçilmesi
durumunda Obama’ nın, Federal Hazine’ nin borçlanma tavanını artırmaya yönelik
bir kararı Kongre’ den geçirebilmesi son derece zorlaşacak. Cumhuriyetçiler son
kerteye kadar, hatta bazı demokrat senatörlerden de destek alarak Obama
yönetimini kitleyebilirler. Borçlanma tavanı artırımının kabul edilmemesi, ABD
için bu yılsonunda gerçekleşecek “Mali Uçurum” ile kamu maliyesinde büyük bir
riski doğuracaktır. Federal Hükümet bu noktada kitlenebilir. Daha önce Clinton’
ın da başına gelmişti bu. Ciddi sayıda kamu personeli’ nin maaş
verilememesinden dolayı işine son verilmesi gündeme gelebilir. Bu yaşananlardan
dolayı Sayın Ali Babacan’ın da altını çizdiği konu, başkanlık seçimlerinden
sonra bu yaşanabilecek tatsızlıklardan dolayı ABD’ nin Euro Bölgesin’ nden bile
daha çok konuşulacak bir ekonomi olabileceği. Bunu da vurgulamak lazım.
K.L.A.: Geçtiğimiz hafta içerisinde AB Maliye
Bakanları’ nın bir araya gelerek ESM (European Stability Mechanism)’ i
operasyonel hale getirdiklerini açıkladılar. Toplantının hemen öncesinde ise
Avrupa piyasalarında satışlara şahit olduk. Yeni adımın, 1.20 seviyelerinden tekrar
1.30’ lara gelen Euro/Dolar paritesi üzerinde orta vadede daha yukarı taşıyacak
olumlu bir etkisi olacak mı?
K.A.: AB cephesinde kurumsal olarak
bu krizin atlatılmasına yönelik alınan her tedbir pariteyi tartışmasız Euro
lehine yukarı taşıyacaktır. Bu zamana kadar paritenin aşağı yönlü sert hareketlerine
Avrupalı liderlerin zamanında karar alamamaları neden oldu. Almanya’ nın bu adımlara
yönelik direnmesinin sona ermesiyle, Avrupa’ nın kollektif adım atma kabiliyeti
arttıkça piyasalar bunu pozitif algılayacaktır. Zaten hali hazırda var olan
EFSF (European Financial Stability Fund) ve ESM gibi kollektif tedbirler bir süredir
gündemde olduğu için piyasalar tarafından fiyatlanmıştı. Şüphesiz, bu
tedbirlerin tek tek hayata geçmesi paritenin gerilemesini engelleyecektir. Bu
Türk ihracatçısı için iyi bir şey. Önümüzdeki dönemde ABD ekonomisiyle ilgili
sinyaller kötüleştikçe, bahsettiğimiz tehlikeler başkanlık seçimleri sonrasında
gündeme gelirse paritede Euro aleyhine bir gelişme olmayacak gibi görünüyor.
Avrupa tarafındaki tedbirler hayata geçtikçe bir miktar değer kazandığına da
şahit olabiliriz. ABD’ de sorunlar derinleştikçe paritede 1.36’ ları bile
görebiliriz. Bu ihracatçımız için sevindirici bir durum. Bundan mutlu olmayacak
olan ise Almanya. Çünkü Almanya bilinçli olarak krizin bazı aşamalarını çok
kötü yönetiyormuş gibi gözükerek kendi ihracatı için paritenin düşmesi için
çaba sarf etti ama istediği kadar başarılı olamadı. Bu noktada önde gelen
gelişmiş ekonomiler arasında örtülü bir kur savaşı yaşandığını da göz ardı
etmemek lazım. Almanya şu an ABD’ den bile daha düşük ihracat yapıyor. Daha iki
buçuk üç sene öncesine kadar dünyanın en büyük imalat sanayi ihracatçısı
konumunda olan ülkesiydi. Bu nedenle paritenin 1.18’ lere kadar düşememiş
olmasından dolayı hiç mutlu olmadığını düşünüyorum. Fakat burada çok tehlikeli
bir denge var. Parite düşsün diye Euro bölgesinde işler çok kötü gidiyormuş
gibi bir izlenim vermeye çalışması, Almanya’ nın elinde öyle kötü patlayabilir
ki, bırakın Euro’ ya değer kaybettirmek, ortada Euro diye bir proje bile
kalmayabilir. Bu yüzden bu tehlikeli oyunlarda biraz dikkat etmek gerekiyor.
K.L.A.: Dünya
ekonomisinin sürükleyicisi konumunda görünen Çin, son zamanlarda gelen büyüme
rakamlarıyla biraz soluklanıyor gibi görünüyor. Parasal genişleme
politikalarına ağırlık vererek dünyadaki genel trendi takip ediyor. Bu noktada
uzun vadede Çin’ in konumunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
K.A.: Çin elindeki imkanlar
itibariyle şu an Batılı ekonomilerden daha şanslı. Çeşitli nedenlerle ekonomisi
durgunluğa girdiği zaman Çin Merkez Bankası enflasyon riskinin de azaldığını
görerek, para politikası tedbirlerini beklentilerin de ötesinde yumuşatmak
suretiyle daha ciddi bir durgunluğa girmeyi engelleyebiliyor. Tabi ilginçtir,
canına yandığımın dünyasında Çin’ in %10 civarında büyümelerine alışılınca %7,5
oranında bir büyümesinin durgunluk olarak değerlendirildiği garip bir
konjonktür içerisindeyiz. Başka bir ülke için bu oranda bir büyüme büyük bir
başarı olacakken, Çin için bu durgunluk olarak algılanıyor. Piyasada tabirlerin
biraz fazla birbirine karıştırıldığı ve değerlendirilmelerin abartıldığını da
ifade etmek lazım. Çin gibi bir ekonomi için ihtiyaç duyduğu büyümeye nispetle
%5 lerde bir büyüme gerçekleştirdiğinde belki çok ciddi bir durgunluk
yaşandığını söyleyebiliriz. Şu an dünya ortalama performansının 2,5 katı kadar
büyürken çok büyük bir sıkıntı içine girdiğini söylemek biraz abartılı olur.
Bununla birlikte devasa boyutta bir nüfusa sahip olduğu için tüm nüfusun refah
seviyesini yükseltmek ve mevcut durumunu sürdürebilmek adına belli bir
büyümenin altına düşmemesi gerekir. Alt ve üstyapı yatırımlarını devam
ettirerek kendi halkının yaşam standartlarını yükseltmesi gerekiyor. Zaman
içerisine girdikleri genel modelleme nedeniyle, dünyaya çok büyük ihracat
yapmaktan çok ürettiği malı kendi halkına satarak iç taleple büyüme yönünde bir
yapı değişikliğine gideceklerdir. Yalnız iç talebe dayalı büyüme şu an Çin gibi
(ve bizim gibi) ekonomiler için çok riskli olur. Çünkü hane halkının bu anlamda
çok bir geliri yok. Dolayısıyla ancak yüksek miktarda borçlanarak gerçekleşebilir,
bu da ilerleyen dönemler daha büyük sıkıntılar doğurabilir.
K.L.A.: Türkiye’
ye dönersek, bu sene cari açık-bütçe dengesi arasındaki negatif sarmalı yine
yaşıyoruz. Cari açığı azaltıyoruz derken, ithalat vergi gelirlerinden yoksun
kalan bütçe açık veriyor. %1.5 olan yıl sonu hedefinin 1 puan üzerinde bir
revizyon gerçekleşti. Yeni zamlar ve özelleştirmeler gündemde. Bu noktada
Merkez Bankası (MB)’ nın yılsonu enflasyon hedefi de sıkıntıya girmiş durumda.
Zamlara çok sıcak bakmadığınızı biliyorum. Peki, bu dengeyi nasıl sağlamak
gerekir?
K.A.: Açıkça söylemek gerekirse
burada bir noktadan sonra siyasi tercihler öne çıkıyor. Neticede Sayın
Başbakan’ın kamudaki personel sayısına yönelik siyasi bir tercih süreci var.
İktidardaki bir hükümete siyasi tercihleri ve yaptığı kamu harcamalarıyla
ilgili bunları telafi edecek metodolojiyi oluşturuyorsa, eleştiride bulunmak
hakkımız değil. Çünkü halkın oylarıyla gelmiş bir iktidar ve halk da oylarını
belli beklentilerle yönlendiriyor. Bu çerçeveden baktığımızda yapılan
harcamaları siyasetin kendi mecrası içinde normal karşılamamız lazım. Fakat bu
harcamalar bir dönemin içinde arka arkaya gerçekleştiğinde, kamu harcamaları
hedefin çok ötesine geçtiğinde, bütçe hedefleri sapmaya başladığında ve bunu
telafi edecek yöntem ek vergi düzenlemeleri olduğunda yapılacak her düzenleme
Türkiye ekonomisine bir enflasyon yansımasına sebep oluyor. Söz konusu malların
esnekliğine göre de enflasyona 0.3 puanla 0.6 puan arasında bir yansıması söz
konusu. Yıl sonu enflasyon beklentisini %6.2’ ye yükseltmiş olan MB, bu son
zamlarla %7.2’ yi öngörmek zorunda. Çok sürpriz bir gelişme olabilir. Bu
zamları firmalar sineye çekmek isteyebilirler. Otomotivde gördüğümüz gibi, ÖTV
ayarlamasının ilk etapta satışları teşvik amacıyla fiyatlara yansıtılmadığını
gördük. Dolayısıyla bu ve buna benzer gelişmeler gündeme gelirse 1 puana yakın
etkinin daha az kaldığına şahit olabiliriz. Sene sonunda %7.2 ile %7.5 arasında
bir enflasyon çıkması beklenirken, sürpriz bir gelişmeye de enflasyonda şahit
olabiliriz.
Şu
anda piyasalar Türkiye’ nin uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından
gerçekleştirilecek olan not artırım beklentisine kilitlenmiş durumda. Fitch
tarafından böyle bir adım gelirse, Türkiye’ nin dengeli büyümesiyle bazı
kırılganlıklarını tedavi edebildiği ve dolayısıyla dünya ekonomisine durumunun
iyi olduğu mesajını verebilir. Notumuzun yükselmesi Türkiye’ ye uluslararası
anlamda itibar getirecektir ve mevcut kriz ortamını ne derece iyi
yönetebildiğimizin göstergesi olacaktır.
K.L.A.: Cari açığımızın
en önemli alt kalemi olan dış ticaret dengemizde son dönemlerde bir iyileşme
gözlemliyoruz. Bunda, İran’ a yaptığımız altın ihracatının etkisi olduğu açık.
Fakat bu durumun bir süre daha bu şekilde devam edebileceği görünüyor. Buradan
hareketle, şirketlerimizin genel olarak ihracatlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
K.A.: Aslında sepet kurun
ihracatçımıza yeteri kadar destek olamadığı ortada. Bunda da Merkez Bankası’
nın enflasyonist endişelerinin ana rolü oynadığını görüyoruz. TL ne kadar değer
kaybederse o kadar enflasyonist etkisi oluyor ve MB için enflasyonu yönetmek o
kadar zor bir hal alıyor. Bu nedenle MB açısından, TL’ nin bir miktar değer
kazanması enflasyonu yönetebilmesi açısından kritik önemde. Tabi bu da Türk
ihracatçısını fiyat rekabeti noktasında biraz zorluyor. Dolayısıyla bu
çerçevede ne küresel konjonktürün ne de yurt içindeki kur düzeninin,
ihracatçımıza çok iddialı bir ihracat performansı sunması açısından çok da
yardımcı olmadığını görüyoruz. Süreci belki bu şekilde yönetmek gerekiyor. Bu
şartlar altında dahi ihracatımızın ayakta kalma mücadelesi vermesi olumlu
değerlendirilmeli. Ancak mevcut altın ihracatı çıkarıldığında ana ihracat
alanlarımızdaki performansımızın hala yerinde sayıyor olması, çok zor bir
konjonktürden geçtiğimizi gösteriyor.
2006’
dan itibaren AB dışındaki ülkelere de ağırlık vererek ihracat pazar
çeşitlendirmesi yapmış olmamızın faydalarını görüyoruz. AB’ ye yaptığımız
ihracatı toplam ihracatımızın %65’ inden %47’ sine indirememiş olsaydık, Avrupa
bu krizi yaşarken biz de felaketleri yaşıyor olabilirdik. Türk ihracatçısı iyi
ki, inanılmaz bir mücadele ortaya koyarak Körfez, Afrika, Orta Asya bölgelerine
ihracat yapabildi, yoksa başımız cidden daha büyük bir belada olurdu.
K.L.A.: Hem
içerde hem global düzlemde ciddi sıkıtılar yaşadığımız şu dönemde, gerek sanayi
gerek finans sektörlerinde faaliyet gösteren şirketlerimizin finansal raporlama
ve iletişimlerini sağlıklı tutmaları onlar açısından bir avantaj olacak mıdır?
K.A.: Böyle bir konjonktürde
genellikle yerli ve yabancı yatırımcılar, bütün bu tabloya rağmen mikro
performansını, karlılık ve genel olarak bilanço performansını belli bir düzeyde
tutan, borçlanmasını, yatırımlarını çok dikkatli ve özenli yapan şirketleri
dikkatle takip edip belki onların hisse senetlerine yatırım yapmayı tercih edeceklerdir.
Dolayısıyla böyle bir süreçte bütün bu sıkıntılı tabloya rağmen, esasen
ihracatını devam ettirmeyi başaran, iç talebini, finansal performansını belli
bir düzeyde tutmayı başaran her firma mutlaka dikkatle takip edilecek ve aynı
performansı gösteremeyen firmaların önünde yer alacaktır. Şirketlerin bilanço
dönemlerini beklemeden ortaya koydukları performansı zaman zaman açıklayacak
bir yapı ortaya koymaları yararlı olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder