12 Ekim 2012 Cuma

Prof. Dr. Kerem Alkin ile Türkiye ve Dünyadaki Son Ekonomik Gelişmeleri Konuştuk:

K.L.A.: Önümüzde yine yoğun bir  gündem bulunuyor. Yaklaşık son bir buçuk senedir, günlük haber akışları ve gelişmelere bağlı çalkalanmalar yaşamaktayız. Son gelişmelerle ilgili genel bir değerlendirmenizi alabilir miyiz?
K.A.: Her şeyden önce son birkaç haftanın konusu İspanya. İspanya, Avrupa Birliği (AB)’ nden yardım talep etmemek için büyük bir çaba sarf ediyor. Hata bu konudaki çabası piyasalarda gidere daha da olumsuz tepkilere yol açıyor. Bu da kendisini İspanya tahvil faizlerinde yükseliş olarak gösteriyor. Piyasalar İspanya’ ya açık bir şekilde “Daha fazla direnme, bir an önce yardım başvurusunda bulun, gereken anlaşmaları yap ve ülke artık bu türbülanstan çıksın…” mesajını veriyor. Görebildiğimiz kadarıyla piyasalar, İspanya’ yı ülke tahvilleri tarafında baskı yaratarak köşeye sıkıştıracak ve sonunda masaya oturtacak. Genel olarak makroekonomik sıkıntı içindeki ülkelerin ilgili organlarla anlaşmalar yoluyla sorunlarına çözüm arayacağı yönünde bir beklenti mevcut. Bunun çok net öne çıktığını görüyoruz.
AB ile ilgili 2013 yılında da bugünkünden farklı bir tablo olmayacağı görünüyor. Her ay yapılan büyüme tahminlerinde, önümüzdeki yıl için Euro Bölgesi’ ndeki büyüme rakamlarının giderek daha aşağı geldiği görülüyor. Ekonomistler 2013 içinde Euro Bölge’ sinin ya hiç büyümeyeceğini ya da yine bu sene olduğu gibi %0.5 daralacağını öngörüyorlar. Bunun doğal sonucu olarak da, Almanya ve Fransa gibi başat ülkelerin büyümeleri de aşağı yönde revize ediliyor. Bu noktada tek istisnai ülke var. Bu sene negatif büyüme yaşaması beklenen İngiltere’ nin gelecek yıl ciddi bir sıçramayla pozitif büyümeye geçeceği öngörülüyor. Bunda ülkenin zamanında AB üyeliğini referandumla kabul etmemiş olmasının rahatlığıyla, Avrupa Merkez Bankası’ndan daha bağımsız bir politika izleyerek büyüme yönünde tedbirlerin alınmaya başlamış olması önemli rol oynuyor.
ABD tarafında, Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinde Obama’ nın belki yeniden seçildiğine şahit olacağız. Ancak Obama yeniden seçilirse çıkacak yeni sorun, son dönemde yapılan ara seçimlerde Temsilciler Meclisi ve Senato’ da Cumhuriyetçiler’ in ağırlığının artması. Bundan dolayı yeniden seçilmesi durumunda Obama’ nın, Federal Hazine’ nin borçlanma tavanını artırmaya yönelik bir kararı Kongre’ den geçirebilmesi son derece zorlaşacak. Cumhuriyetçiler son kerteye kadar, hatta bazı demokrat senatörlerden de destek alarak Obama yönetimini kitleyebilirler. Borçlanma tavanı artırımının kabul edilmemesi, ABD için bu yılsonunda gerçekleşecek “Mali Uçurum” ile kamu maliyesinde büyük bir riski doğuracaktır. Federal Hükümet bu noktada kitlenebilir. Daha önce Clinton’ ın da başına gelmişti bu. Ciddi sayıda kamu personeli’ nin maaş verilememesinden dolayı işine son verilmesi gündeme gelebilir. Bu yaşananlardan dolayı Sayın Ali Babacan’ın da altını çizdiği konu, başkanlık seçimlerinden sonra bu yaşanabilecek tatsızlıklardan dolayı ABD’ nin Euro Bölgesin’ nden bile daha çok konuşulacak bir ekonomi olabileceği. Bunu da vurgulamak lazım.

K.L.A.: Geçtiğimiz hafta içerisinde AB Maliye Bakanları’ nın bir araya gelerek ESM (European Stability Mechanism)’ i operasyonel hale getirdiklerini açıkladılar. Toplantının hemen öncesinde ise Avrupa piyasalarında satışlara şahit olduk. Yeni adımın, 1.20 seviyelerinden tekrar 1.30’ lara gelen Euro/Dolar paritesi üzerinde orta vadede daha yukarı taşıyacak olumlu bir etkisi olacak mı?
K.A.: AB cephesinde kurumsal olarak bu krizin atlatılmasına yönelik alınan her tedbir pariteyi tartışmasız Euro lehine yukarı taşıyacaktır. Bu zamana kadar paritenin aşağı yönlü sert hareketlerine Avrupalı liderlerin zamanında karar alamamaları neden oldu. Almanya’ nın bu adımlara yönelik direnmesinin sona ermesiyle, Avrupa’ nın kollektif adım atma kabiliyeti arttıkça piyasalar bunu pozitif algılayacaktır. Zaten hali hazırda var olan EFSF (European Financial Stability Fund) ve ESM gibi kollektif tedbirler bir süredir gündemde olduğu için piyasalar tarafından fiyatlanmıştı. Şüphesiz, bu tedbirlerin tek tek hayata geçmesi paritenin gerilemesini engelleyecektir. Bu Türk ihracatçısı için iyi bir şey. Önümüzdeki dönemde ABD ekonomisiyle ilgili sinyaller kötüleştikçe, bahsettiğimiz tehlikeler başkanlık seçimleri sonrasında gündeme gelirse paritede Euro aleyhine bir gelişme olmayacak gibi görünüyor. Avrupa tarafındaki tedbirler hayata geçtikçe bir miktar değer kazandığına da şahit olabiliriz. ABD’ de sorunlar derinleştikçe paritede 1.36’ ları bile görebiliriz. Bu ihracatçımız için sevindirici bir durum. Bundan mutlu olmayacak olan ise Almanya. Çünkü Almanya bilinçli olarak krizin bazı aşamalarını çok kötü yönetiyormuş gibi gözükerek kendi ihracatı için paritenin düşmesi için çaba sarf etti ama istediği kadar başarılı olamadı. Bu noktada önde gelen gelişmiş ekonomiler arasında örtülü bir kur savaşı yaşandığını da göz ardı etmemek lazım. Almanya şu an ABD’ den bile daha düşük ihracat yapıyor. Daha iki buçuk üç sene öncesine kadar dünyanın en büyük imalat sanayi ihracatçısı konumunda olan ülkesiydi. Bu nedenle paritenin 1.18’ lere kadar düşememiş olmasından dolayı hiç mutlu olmadığını düşünüyorum. Fakat burada çok tehlikeli bir denge var. Parite düşsün diye Euro bölgesinde işler çok kötü gidiyormuş gibi bir izlenim vermeye çalışması, Almanya’ nın elinde öyle kötü patlayabilir ki, bırakın Euro’ ya değer kaybettirmek, ortada Euro diye bir proje bile kalmayabilir. Bu yüzden bu tehlikeli oyunlarda biraz dikkat etmek gerekiyor.

K.L.A.: Dünya ekonomisinin sürükleyicisi konumunda görünen Çin, son zamanlarda gelen büyüme rakamlarıyla biraz soluklanıyor gibi görünüyor. Parasal genişleme politikalarına ağırlık vererek dünyadaki genel trendi takip ediyor. Bu noktada uzun vadede Çin’ in konumunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
K.A.: Çin elindeki imkanlar itibariyle şu an Batılı ekonomilerden daha şanslı. Çeşitli nedenlerle ekonomisi durgunluğa girdiği zaman Çin Merkez Bankası enflasyon riskinin de azaldığını görerek, para politikası tedbirlerini beklentilerin de ötesinde yumuşatmak suretiyle daha ciddi bir durgunluğa girmeyi engelleyebiliyor. Tabi ilginçtir, canına yandığımın dünyasında Çin’ in %10 civarında büyümelerine alışılınca %7,5 oranında bir büyümesinin durgunluk olarak değerlendirildiği garip bir konjonktür içerisindeyiz. Başka bir ülke için bu oranda bir büyüme büyük bir başarı olacakken, Çin için bu durgunluk olarak algılanıyor. Piyasada tabirlerin biraz fazla birbirine karıştırıldığı ve değerlendirilmelerin abartıldığını da ifade etmek lazım. Çin gibi bir ekonomi için ihtiyaç duyduğu büyümeye nispetle %5 lerde bir büyüme gerçekleştirdiğinde belki çok ciddi bir durgunluk yaşandığını söyleyebiliriz. Şu an dünya ortalama performansının 2,5 katı kadar büyürken çok büyük bir sıkıntı içine girdiğini söylemek biraz abartılı olur. Bununla birlikte devasa boyutta bir nüfusa sahip olduğu için tüm nüfusun refah seviyesini yükseltmek ve mevcut durumunu sürdürebilmek adına belli bir büyümenin altına düşmemesi gerekir. Alt ve üstyapı yatırımlarını devam ettirerek kendi halkının yaşam standartlarını yükseltmesi gerekiyor. Zaman içerisine girdikleri genel modelleme nedeniyle, dünyaya çok büyük ihracat yapmaktan çok ürettiği malı kendi halkına satarak iç taleple büyüme yönünde bir yapı değişikliğine gideceklerdir. Yalnız iç talebe dayalı büyüme şu an Çin gibi (ve bizim gibi) ekonomiler için çok riskli olur. Çünkü hane halkının bu anlamda çok bir geliri yok. Dolayısıyla ancak yüksek miktarda borçlanarak gerçekleşebilir, bu da ilerleyen dönemler daha büyük sıkıntılar doğurabilir.

K.L.A.: Türkiye’ ye dönersek, bu sene cari açık-bütçe dengesi arasındaki negatif sarmalı yine yaşıyoruz. Cari açığı azaltıyoruz derken, ithalat vergi gelirlerinden yoksun kalan bütçe açık veriyor. %1.5 olan yıl sonu hedefinin 1 puan üzerinde bir revizyon gerçekleşti. Yeni zamlar ve özelleştirmeler gündemde. Bu noktada Merkez Bankası (MB)’ nın yılsonu enflasyon hedefi de sıkıntıya girmiş durumda. Zamlara çok sıcak bakmadığınızı biliyorum. Peki, bu dengeyi nasıl sağlamak gerekir?
K.A.: Açıkça söylemek gerekirse burada bir noktadan sonra siyasi tercihler öne çıkıyor. Neticede Sayın Başbakan’ın kamudaki personel sayısına yönelik siyasi bir tercih süreci var. İktidardaki bir hükümete siyasi tercihleri ve yaptığı kamu harcamalarıyla ilgili bunları telafi edecek metodolojiyi oluşturuyorsa, eleştiride bulunmak hakkımız değil. Çünkü halkın oylarıyla gelmiş bir iktidar ve halk da oylarını belli beklentilerle yönlendiriyor. Bu çerçeveden baktığımızda yapılan harcamaları siyasetin kendi mecrası içinde normal karşılamamız lazım. Fakat bu harcamalar bir dönemin içinde arka arkaya gerçekleştiğinde, kamu harcamaları hedefin çok ötesine geçtiğinde, bütçe hedefleri sapmaya başladığında ve bunu telafi edecek yöntem ek vergi düzenlemeleri olduğunda yapılacak her düzenleme Türkiye ekonomisine bir enflasyon yansımasına sebep oluyor. Söz konusu malların esnekliğine göre de enflasyona 0.3 puanla 0.6 puan arasında bir yansıması söz konusu. Yıl sonu enflasyon beklentisini %6.2’ ye yükseltmiş olan MB, bu son zamlarla %7.2’ yi öngörmek zorunda. Çok sürpriz bir gelişme olabilir. Bu zamları firmalar sineye çekmek isteyebilirler. Otomotivde gördüğümüz gibi, ÖTV ayarlamasının ilk etapta satışları teşvik amacıyla fiyatlara yansıtılmadığını gördük. Dolayısıyla bu ve buna benzer gelişmeler gündeme gelirse 1 puana yakın etkinin daha az kaldığına şahit olabiliriz. Sene sonunda %7.2 ile %7.5 arasında bir enflasyon çıkması beklenirken, sürpriz bir gelişmeye de enflasyonda şahit olabiliriz.
Şu anda piyasalar Türkiye’ nin uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından gerçekleştirilecek olan not artırım beklentisine kilitlenmiş durumda. Fitch tarafından böyle bir adım gelirse, Türkiye’ nin dengeli büyümesiyle bazı kırılganlıklarını tedavi edebildiği ve dolayısıyla dünya ekonomisine durumunun iyi olduğu mesajını verebilir. Notumuzun yükselmesi Türkiye’ ye uluslararası anlamda itibar getirecektir ve mevcut kriz ortamını ne derece iyi yönetebildiğimizin göstergesi olacaktır.

K.L.A.: Cari açığımızın en önemli alt kalemi olan dış ticaret dengemizde son dönemlerde bir iyileşme gözlemliyoruz. Bunda, İran’ a yaptığımız altın ihracatının etkisi olduğu açık. Fakat bu durumun bir süre daha bu şekilde devam edebileceği görünüyor. Buradan hareketle, şirketlerimizin genel olarak ihracatlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
K.A.: Aslında sepet kurun ihracatçımıza yeteri kadar destek olamadığı ortada. Bunda da Merkez Bankası’ nın enflasyonist endişelerinin ana rolü oynadığını görüyoruz. TL ne kadar değer kaybederse o kadar enflasyonist etkisi oluyor ve MB için enflasyonu yönetmek o kadar zor bir hal alıyor. Bu nedenle MB açısından, TL’ nin bir miktar değer kazanması enflasyonu yönetebilmesi açısından kritik önemde. Tabi bu da Türk ihracatçısını fiyat rekabeti noktasında biraz zorluyor. Dolayısıyla bu çerçevede ne küresel konjonktürün ne de yurt içindeki kur düzeninin, ihracatçımıza çok iddialı bir ihracat performansı sunması açısından çok da yardımcı olmadığını görüyoruz. Süreci belki bu şekilde yönetmek gerekiyor. Bu şartlar altında dahi ihracatımızın ayakta kalma mücadelesi vermesi olumlu değerlendirilmeli. Ancak mevcut altın ihracatı çıkarıldığında ana ihracat alanlarımızdaki performansımızın hala yerinde sayıyor olması, çok zor bir konjonktürden geçtiğimizi gösteriyor.
2006’ dan itibaren AB dışındaki ülkelere de ağırlık vererek ihracat pazar çeşitlendirmesi yapmış olmamızın faydalarını görüyoruz. AB’ ye yaptığımız ihracatı toplam ihracatımızın %65’ inden %47’ sine indirememiş olsaydık, Avrupa bu krizi yaşarken biz de felaketleri yaşıyor olabilirdik. Türk ihracatçısı iyi ki, inanılmaz bir mücadele ortaya koyarak Körfez, Afrika, Orta Asya bölgelerine ihracat yapabildi, yoksa başımız cidden daha büyük bir belada olurdu.

K.L.A.: Hem içerde hem global düzlemde ciddi sıkıtılar yaşadığımız şu dönemde, gerek sanayi gerek finans sektörlerinde faaliyet gösteren şirketlerimizin finansal raporlama ve iletişimlerini sağlıklı tutmaları onlar açısından bir avantaj olacak mıdır?
K.A.: Böyle bir konjonktürde genellikle yerli ve yabancı yatırımcılar, bütün bu tabloya rağmen mikro performansını, karlılık ve genel olarak bilanço performansını belli bir düzeyde tutan, borçlanmasını, yatırımlarını çok dikkatli ve özenli yapan şirketleri dikkatle takip edip belki onların hisse senetlerine yatırım yapmayı tercih edeceklerdir. Dolayısıyla böyle bir süreçte bütün bu sıkıntılı tabloya rağmen, esasen ihracatını devam ettirmeyi başaran, iç talebini, finansal performansını belli bir düzeyde tutmayı başaran her firma mutlaka dikkatle takip edilecek ve aynı performansı gösteremeyen firmaların önünde yer alacaktır. Şirketlerin bilanço dönemlerini beklemeden ortaya koydukları performansı zaman zaman açıklayacak bir yapı ortaya koymaları yararlı olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder