19 Şubat 2015 Perşembe

BATI’NIN GÖZLÜĞÜNDEN OLUP BİTENLER

301. maddeyle ilgili değişikliğin meclisten geçmesinin ardından Hükümet kapatma davasıyla ilgili ön savunmasını da Anayasa Mahkemesine iletti “Bu yeterince iyi değil. 301'in, Mussoli'nin faşist yasalarını model alan bir düzenleme olması bir yana, devlete hakaret anlayışı, Orta Çağ'da kraliyet ailelerine hakaret edilmesini önleyen yasalar kadar eski ve mutlakiyetçi. Bunun Türkiye gibi kendine güvenen, modern, demokratik, geleceğini Avrupa Birliği'nde gören bir cumhuriyette yeri yok.” Adı geçen maddedeki değişiklik ile ilgili Financial Times‟ın değerlendirmesi ve Avrupa Parlamentosu‟nun geçtiğimiz hafta başında Türkiye ile ilgili raporu neredeyse tüm üyelerinin olumlu oyuyla kabul etmesi, hükümete yeni bir “ev ödevlerini hatırlatma” ikazı olması açısından anlamlı.

Rapora zemin teşkil ettiği iddiaları bir yana, mevcut kapatma davası ve bunun Batı dünyası tarafından algılanma şekli, Türkiye‟nin siyasi ve ekonomik geleceğindeki hayatiyetini korumaya devam ediyor.
Raporun, hazırlanma aşamasında AKP‟li milletvekillerinin müdahalesine maruz kaldığı söylentileri de basında çokça yer aldı. Bu bir ölçüde raporun algılanma noktasındaki ciddiyetini kaybetmesine neden olsa da, uzun bir “acilen yapılması gerekenler” listesi içermesi açısından hükümeti içine düştüğü rehavetten uzaklaştırıcı etkiye sahip. AKP‟nin kapatılması istemiyle açılan davanın, raporun hazırlanma gerekliliğini yarattığından kimsenin şüphesi yok. Zaten rapor, “AKP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının sonuçlarından endişe duyulacağı”şeklindeki ifadeyle başlıyor ve üniversitelerde başörtüsü yasağı, ordu, yeni anayasa hazırlığı, vakıflar, Kürt sorunu, Kıbrıs gibi birçok konuyla ilgili tavsiyelerini sıralıyor. Raporun herhangi bir bağlayıcı özelliği yok. Ancak tam üyelik yolunda bizi bekleyen reformların yeniden ilanı noktasında bir uyarı niteliğinde olması önemli.
Rapor Anayasa Mahkemesi kararının; hukuk devleti ilkeleri, Avrupa standartları ve Venedik Komisyonu'nun siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili ölçütlerine uygun olması temennisinde bulunuyor. Bu bağlamda Avrupa aslında, iddianameyle ilgili çekincelerini başından beri dile getirmekten de çekinmiyor.

HERŞEY TÜRBAN YÜZÜNDEN Mİ?

AKP‟ye yöneltilen eleştirilerin başında başörtüsüyle ilgili yaptığı anayasal düzenlemeyi geniş bir reform paketi içinde değil de, tamamen çoğunlukçu bir keyfiyetle tek başına geçirmiş olması. Bu adım hem içerde hem Batı nezdinde hükümetin özgürlükler noktasındaki samimiyetine gölge düşürmeye yetti. Aslında anayasada böyle bir yasak olmadığı, uygulamaların üniversite rektörlerinin yönetmelik keyfiyetinden kaynaklandığı iddiaları bir yana, konuyla ilgili Washington Post‟ta çıkan haber mevcut traji-komedya ile ilgili dış algı haklılığını göstermesi açısından ilgi çekici: “Küçük bir bez parçası olabilir, daha fazla değil. Daha uzun olanı, daha kısa olanı, saçları kapatanı, yüzü kapatanı. Le Monde'a göre Viyana tarzı bile olabilir. Catherine Zeta Jones ve süpermodel çekiciliğiyle Naomi Campbell'ın bağladığı gibi. Ama şekli ne olursa olsun, ne isim verirseniz verin, pek çok Müslüman kadının taktığı başörtüsüyle ilgili tartışmalar bitmeyecek.”

Yaklaşık altı ay kadar sürmesi beklenen davanın karara bağlanma süreci, hergün yeni senaryo ve projeksiyonların dile getirileceği, zihni düşünme pratiklerin sınırlarının oldukça zorlanacağı da bir dönem olacak. Davanın olası sonuçlarıyla ilgili tahminler, sonrasında Türkiye‟yi bekleyenler, ekonomi-politiğin alacağı yeni şekil ve sosyal etkileri bundan sonra gündemin en ilgi çeken başlıkları olacak gibi duruyor. Yeni Şafak gazetesi yazarı Fehmi Koru şu an bu değerlendirme ve yorumlar için erken olduğu görüşünde: “Davanın akıbetiyle ilgili niyetler tahmin edilebilse bile, yargı üzerindeki baskıların devamı kapatmayla sonuçlanır mı, bilemiyorum” diyor Koru ve ekliyor: “Durumun biraz daha açıklık kazanması lazım. Neticeyle ilgili az da olsa hala bir ümit beslemek gerektiğine
inanıyorum.”

KİM, NE DİYOR?

„Anayasal düzeni yıkmaya karşı, doğrudan şiddet içeren eylemlerin odağı olma‟ dışında Avrupa‟da parti kapatmaların meşru bir altyapısı bulunmuyor. Almanya ve İspanya‟ya atfen verilen örneklerin 2. Dünya Savaşı sonrası ve Soğuk Savaş döneminin konjonktürel havasından etkilendiği bir gerçek. Almanya‟da Komünist Parti ve Sosyalist Reich Partisi yani Naziler kapatılan partiler. Sosyalist Reich Partisi Almanya'nın tarihi tecrübeleri içerisinde, Komünist Parti de o günkü Doğu-Batı Almanya'nın ayrılmasından doğan sorunlar açısından ele alınmıştı. İspanya'da da Batasuna örneği var. ETA‟nın siyasi ayağı olduğundan kimsenin şüphe duymadığı Batasuna ayrılıkçı bir şiddet örgütü olduğu gerekçesiyle kapatılmıştı. Parti kapatma şu an Avrupa‟da yasalarla son derece zorlaştırılmış bir süreç.
Kapatma davası ve ardından gelen Anayasa Mahkemesinin dava iddianamesini kabulüyle başlayan sürece tepkiler gecikmedi. Bu anlamda en ciddi tepki Avrupa Birliği‟nin genişlemeden sorumlu üyesi Oli Rehn‟in, “Kapatılma gerçekleşirse müzakereler durur.” şeklindeki açıklaması oldu. Avrupa Parlamentosu'nun Dış İlişkiler Komisyonu'nda da parlamentonun son Türkiye raporunun ele alındığı toplantıda Ankara'ya sert eleştirilerde bulunuldu. Avrupa Parlamentosu‟nun Türkiye Raportörü Hollandalı Hıristiyan Demokrat milletvekili Ria Oomen-Ruijten Türkiye'de herkesin güvenebileceği bir yargı sistemi olmadığını ve bununla ilgili çalışmalar yapılması gerektiğine vurgu yapıyor. “TBMM üçte iki çoğunlukla üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasına karar veriyor, fakat uygulanmıyor” diyor ve Türkiye'de herkesin güvenebileceği bir yargı olmadığını belirtiyor.

Konuyla ilgili belki de en sert tepki Türkiye-AB Karma Parlamento Eş Başkanı Joost Lagendijk‟ten geldi: “Türkiye'de siyasi sürece yargı darbesi yapılıyor. Yargı, halkın çoğunluğunun seçimine 'yanlış' diyor. Türkiye'de yargı reformu talebi konusunda tutumumuz sert olmalı.” derken dış siyasi müdahalenin yargısal normalleşme açısından gerekliliğine de işaret ediyor.
Konuya “Türkiye‟de mahkeme draması” yorumuyla yer veren The Economist dergisinin Uluslararası Haber editörü Bruce Clark ise aynı fikirde değil. Clark mevcut sorunun bir iç uzlaşı olmadan, dışardan herhangi bir yardım ya da baskı unsuruyla çözülemeyeceği görüşünde. “Sanıyorum Batı dünyasının büyük kısmı bu kadar büyük oy oranına sahip ve geniş bir tabana yayılmış bir partinin siyasetten uzaklaştırılması karşısında oldukça şaşkın bir tutum sergileyecektir” diyor Clark ve ekliyor: “Türkiye‟deki durum yasama ve yargının kendi aralarındaki anlaşmazlıktan kaynaklanmaktadır ve bu, normalleşmesi dışardan müdahalelerle çok da mümkün olmayan bir durum.”

Los Angeles Times‟ın Türkiye muhabiri Amberin Zaman‟a göre ise kapatma davasının esas nedeni hala sürmekte olan ve merkez-çevre çerçevesinde şekillenen sınıf çatışması. Davanın Batı tarafından çok temel Türkiye‟deki sınıf çatışmasının bir ürünü olarak görül düğünü söyleyen Zaman, “AKP‟yle birlikte mevcut ekonomik pastadan daha fazla pay almaya başlayan Anadolu sermayesi, devletçi seçkinler tarafından kabul edilemiyor” diyor ve ekliyor: “Aslında tüm mesele 1980‟lerden bu yana güç kazanan bu kesimin artık mevcut büyük sermayeyle boy ölçüşebilir hale gelmesiyle ilgili.”

Nasıl sonuçlanacağıyla ilgili tahminlere her gün yenileri eklense de, Türkiye siyasal ve ekonomik anlamda elde edilen birçok kazanımın tekrar gözden geçirileceği bir dönemle yüzleşiyor. Bitmek tükenmek bilmeyen tartışmaların AB sürecinden uzaklaşmakla mı, yoksa referandum söylentilerinin temel teşkil ettiği yeni bir askeri müdahaleyle mi sonuçlanacağı on bir kişinin vereceği kararla belli olacak. Bu noktada sonuca ilişkin öngörüler tamamen kişilerin içgüdüsel eğilimlerine göre şekillenecek. AB‟li gözlemcinin Türkiye-AB ilişkilerine atfen söylediği şey sanki Türkiye‟nin içinde bulunduğu durum için de söylenebilir: “Şu anda umut içinde birlikte hareket etmek, son durağın ne olacağı konusunda çekişmekten daha iyi.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder