19. yüzyılın ortalarından başlayarak, Batılı büyük devletlerin Osmanlı üzerindeki her türlü genel siyasetinin çerçevesini oluşturuyordu Doğu Meselesi. Coğrafi bir konumlanma sonucu verilmiĢti bu ad, zira Osmanlı doğuda kalıyordu Batılı devletlere göre. Ancak bu sorunun mikro bazda ve terimsel anlamda, o dönemden bir miras olarak Cumhuriyet Türkiyesi’ ne intikali, garip bir tarihi tesadüf olsa gerek.
Sosyal bilimlerin, konularını incelerken indirgemeci bir bakış açısıyla ele alması, çoğu zaman parçanın bütününe giden yolda bir sığlık! körlüğü yaratsa da, bunun artık, çok boyutlu ve derinlikli hale gelen modern dünyada bir zorunluluk olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Ne ekonomik, ne sosyal ne de psikolojik unsurları dikkate almadan yapılacak değerlendirmeler daha başlangıcında yanlışlanmaya mahkum durumda. Bu çok boyutluluğa artık hadiselerin mikro ve makro düzlemlerdeki salınımlarının da eklenmesiyle ortaya çıkan tablo, çağın insanını, Nietschze’ nin “ olgu yok, yorum var..” diyerek temellerini attığı postmodern çeşitlilikle, uluslararası modernite artığı baskıların arasında sıkıştırıyor.
Doğu ve güneydoğu özelinde terör bağlamında yapılan değerlendirmeler her ne kadar tarihsel boyutundan bağımsız düşünülemezse de, salt ekonomik bakış açısıyla gerçekleştirilecek bir indirgemecilik bizi en azından, çağın insanının artık “homo economicus” evrimsel aşamasına en yakın çizgide durduğu realitesinden koparmıyor. Bu açıdan bakıldığında, insanların öncelik hiyerarşisinin en tepesinde ekonominin yer aldığı açıkça görünüyor. Doğruluk yüzdesi tartışılamayacak olan bu önerme, bölgeyle ilgili değerlendirmelere başlangıç açısından önemli.
RAKAMLARLA GÜNEYDOĞU
1980’ lerde başlayan terör faaliyetlerinden en fazla etkilenen iki bölgeden biri olan Güneydoğu Anadolu bölgesi için iddia edilegelen tezlerin başında, bölgelerdeki ekonomik geri kalmışlığın terörü tetiklemiş olduğu yer almakta. Bölge illerinin milli gelirden en az payı almaları, istihdam olanaklarının sınırlılığı ve mevcut terör endişesinin bölgeden göç üzerindeki hızlandırıcı etkisi yadsınamaz. Bu anlamda bölgeyle ilgili yatırımların hayatiliği, bölgesel kalkınmayla beraber tüm ülkenin ekonomik perspektifine de katkı sağlayacak bir öneme sahip.
Bu noktadan hareketle, bölgenin içinde bulunduğu durumu net bir şekilde ortaya koyabilme becerisi, doğru tedavi doğru teşhisle yapılır düsturuna paralel bir biçimde önem arz ediyor. Yapılacak doğru bir analiz, AKP’nin şu anda nerede konumlandığını algılamak açısından da kritik. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) resmi sitesinde herkese açık bir biçimde yayınlanan veriler resmin genel hatlarını çiziyor aslında. 2006 yılı verilerine göre işgücüne katılma oranında yüzde 34.5 ile -ki bu oran Türkiye ortalaması için yüzde 48- en düşük seviyeye sahip bölge. Yüzde 14 işsizlik oranı ile de -Türkiye ortalaması yüzde 9.9- en yüksek olduğu bölge. Zaten istihdam konusu bölgenin karşı karşıya olduğu en büyük sorun olarak gösteriliyor. Yerel bir gazeteye açıklamalarda bulunan Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kaya’nın vermiş olduğu örnek de bu durumu destekler nitelikte. Kaya “Diyarbakır’da aktif işgücü nüfusu %40’ı oluşturmasına rağmen, ki bu 600 bin
2
kişiye tekabül ediyor, sürekli çalışanların sayısı ise 200 bin kişiyi bulmamaktadır.” diyerek var olan sorunu somutlaştırıyor.
Bununla birlikte istenilen yatırım düzeyinin bir türlü elde edilememiş olması da yapılan tüm stratejilerin aksamasına neden oluyor. Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof Dr. Seyfettin Gürsel bu yetersizliği farklı bir çerçevede değerlendiriyor. “Bölge kendi burjuvazisini yaratamadı” diyen Gürsel yatırımın bölge kalkınmasındaki en kilit kavram olduğunu belirtiyor. Gaziantep gibi istisnalar olmasına karşın bölge, genelinde girişimci iş adamı profilini oturtamamış olmanın sıkıntılarını yaşıyor. Yine konuya ilişkin, Devlet Planlama Teşkilatı Bölgesel Kalkınma Koordinatörlerinden Faruk Tezer, sorunun biraz da bölge insanına(girişimciliği beklenen iş adamları kastedilerek) yöneltilmesi gerektiğini, zira meseleyi sadece devletin yetersiz teşvik politikalarına indirgemenin, parçanın bütününü görmeyi engelleyeceğini söylüyor.
BARDAĞIN DOLU TARAFI
Bu olumsuz tabloya rağmen bölgede bir değişimin yaşandığını da göz ardı etmek haksızlık olur. İktisadi mantığın bir ürünü olan enerji harcamasının kalkınmışlığın bir göstergesi olması varsayımından hareket edilerek basit bir analiz yapılabilir örneğin. Kullanım yerlerine göre elektrik tüketimi altında kişi başı elektrik tüketimi incelendiğinde 2001 yılında 866 kWsaat iken bu rakam 2005 yılında 1123 kWsaat’a çıktığını görmek mümkün. Kişi başı elektrik tüketimindeki bu yüzde 30’lük artışın yanı sıra, kişi başı sanayi elektrik tüketiminde de aynı yıllar arasında yüzde 33’lük bir artış sağlanmış durumda. Bir önceki yıla göre nüfus artışı yüzdelerinde de 2001 yılında yüzde 22.56 iken bu oranın 2004’de yüzde 21.23’e düştüğü de hesaba katılırsa, basit bir çıkarımla son 6 yıllık dönemde bölge ekonomisinde bir hareketlenme olduğunu görmek zor değil.
Bununla beraber genel seçimlerde ve referandumda ortaya çıkan durum bu değişimin bir diğer boyutunu oluşturuyor. AKP’nin 22 Temmuz seçimlerindeki yakaladığı başarının arkasındaki en önemli etkenlerden birisi de kuşkusuz Güneydoğu Anadolu’dan gelen oylardı. Genel kanı, yıllardır yetersiz kalkınma ve terör kıskacında olan bölge halkının istikrara oy verdiği şeklindeydi. Referandum sürecinde bu illerde yüzde 70’in üstünde bir katılım oranı, yüzde 90’ın üstünde evet oyu oranı elde edildi. Böylece, referandumda da Türkiye ortalamasının üstünde bir performans yakalandı. Üstelik bu gelişmeler, gittikçe tırmandırılarak, ülke gündemini son günlerde daha fazla meşgul eden terör olaylarının gölgesinde gerçekleşti. Bu durum aslında, milli hassasiyetlerin sınandığı böyle tansiyonlu bir dönemde, çok fazla dillendirilmese de Güneydoğu halkının beklentileri, dolayısıyla çözümün nerede aranması gerektiği hususlarında önemli ipuçları veriyor.
NELER YAPILDI, YAPILIYOR VE YAPILMALI...
Güneydoğu Anadolu özelinde gerçekleştirilen ve bölgenin topyekün kalkınmasına yönelik en kapsamlı ve önemli yatırım hal-i hazırda GAP. 1989 yılında bir kanun hükmünde kararnameyle kurulan GAP Yüksek Kurulu uzmanları GAP’ı, yörenin topyekün sosyo- ekonomik kalkınmasını hedefleyen, çok sektörlü, entegre ve sürdürülebilir bir kalkınma anlayışı ile ele alınan bir bölgesel kalkınma projesi olarak tanımlıyor. Türkiye’ nin en büyük bölgesel kalkınma projesi olan GAP’ ın toplam yatırım değerinin, tamamlanması durumunda 32 milyar doları bulması bekleniyor. Proje, Avrupa Birliği’ nin de hibe formatındaki kısmi desteğine de sahip. 7 Aralık 2001 tarihinde Hazine Müsteşarlığı, GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı (GAP-BKİ) ve Avrupa Birliği arasında imzalanan finansman anlaşması ile yürürlüğe giren GAP Bölgesel Kalkınma Programı, 2002 yılından itibaren 5 yıllık bir uygulama dönemini kapsıyor ve programın toplam finansman tutarı 47 milyon Euro. Ayrıca tamamı hibe olarak sağlanıyor.
Programın amacı, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan insanların ekonomik ve sosyal koşullarının iyileştirilmesi, istikrarlı ekonomik büyümeye katkıda bulunulması ve bölgesel eşitsizliklerin azaltılmasının yanı sıra bölgenin üretkenliğinin ve istihdam kapasitesinin artırılması gibi ulusal hedefleri de kapsamakta.
GAP’ ın bölge için ekonomik ve sosyal her derde deva olacağı algısı ve yüklenen önemin boyutu onu, bölge ile ilgili hesapları olan kesimlerin de hedefi haline getirmekte. Terörün bölgedeki etkinliğini kıracak yegane kapsamlı proje olması, projenin ana damarları olan Fırat ve Dicle’ nin Irak’ la aramızda geleceğe yönelik çıkarması muhtemel ihtilafları da içinde barındırması, İsrail’ in de su kaynaklarına olan bağımlılığının, kimi kesimlerce çıkacak su savaşlarının önemli bir aktörü olacağı teorileri projenin kırılganlığını da artırıyor. Zira çok çeşitli nedenlerle proje uzun zamandır askıda izlenimi vermekte ve gündemde hakettiği değeri görmüyor. Bunun, devletin bölgeyi kalkındırmaya yönelik hiçbir adım atmadığını söyleyerek kendini konumlandıran bir kesimin işine geldiği açık. Ayrıca projenin zaman zaman PKK’ nın provakosyonlarına uğramış olduğu da herkesçe biliniyor.
GÜNEYDOĞU VS. DOĞU ANADOLU
Sınırı olduğu ülkeler de göz önünde bulundurulduğunda, Doğu Anadolu bölgesine kıyasla ayrı bir önemle değerlendiriliyor Güneydoğu Anadolu. Ülkenin en yüksek ve dağlık ve aynı zamanda ulaşım olanaklarının en zor olduğu bölge olmanın bedelini çok ağır ödeyen Doğu Anadolu’ nun tek umudu bölgesel kalkınma şemsiyesi altındaki sektörel kalkınma programları. Bu anlamda bölge özelindeki kalkınma planlaması, Devlet Planlama Teşkilatına bağlı Avrupa Birliği Bölgesel Programlar Dairesi’ nin yürüttüğü Doğu Anadolu Kalkınma Programı çerçevesinde şekilleniyor.
Program koordinatörlerinden Fulya Evren, şu an bölge için AB tarafından kabul edilip fonlanmış 309 adet proje olduğunu ve bunun bölgeye ayırılan AB hibe fonlarının yüzde 87’ sinin aktivasyonuna tekabül ederek oldukça ciddi bir oran teşkil ettiğini söylüyor. Bölgeyle ilgili projeler genel olarak dört ana başlık altında toplanıyor. Bunlar tarım, kobi, yerel kalkınma ve turizm. İstihdam yaratmaya yönelik olmaları projelerin kabulu için artı puan oluşturuyor. Mevcut AB Çerçeve Anlaşmaları kapsamındaki hibe teşviklerinin de etkisiyle DPT artık, varolanı tesbite dayalı klasik ekonomik analizlerine, spesifik sektörlere yönlendirme amacı güden teknik analizlerini de eklemiş durumda. Zira yıllardan bu yana gerçekleştirilmeye çalışılan bölgesel kalkınma hamlelerinin hantallığı, daha dinamik bir yapıya sahip olan sektörel planlamalarla aşılmaya çalışılıyor artık. Gelişmeleri bizzat yerinde takip ve koordine etme amaçlı Program Koordinasyon Merkezi’ nin Van’ da kurulmuş olması, merkezi hantallığı kırma yolunda önemli bir adım niteliği taşımakta aslında.
İNİSİYATİFLER UZLAŞISI
Bölgeye yönelik sorunların en başında gelen istihdam yaratma planlamasının, önemini ve teşvik edici rolünü de gözardı etmeden, sadece “milyon euroluk” AB hibe fonlarıyla çözülebileceğini ümit etmek gerçeklikten çok uzak duruyor. Hükümetin bölgeye yönelik katkılarının sürdürülebilir bir boyuta ulaşması, devlet politikalarına sivil inisiyatifi entegre etmekle mümkün ancak. Bölgeye yatırımları teşvik için mevcut politikaların yetersizliği ortada. Yatırımı cezbedecek ve kolaylaştıracak parametreler belirlenirken çeşitli odaların ve meclislerin de karar süreçlerine dahil edilmesi elzem görünüyor.
Bugüne kadar uygulanan politikalarla neden istenilen sonuçlara ulaşılamadığının tesbiti ve tashihi, beyin fırtınası çerçevesinde bir ilk adım olması açısından önemli. Sadece ekonomik indirgemeci bir bakışla gerçekçi çözümler hedeflemek bölge gerçekleriyle örtüşmüyor. Hala yoğun bir feodal ve aşiret bağlarıyla örülü ilişki yapılarının hakim unsur olduğu bölgelerin, salt jakoben bir ekonomik ve onu takip edecek modernleşme projesine mazur bırakılması, merkeze yöneltilebilecek tepkiselliğin şiddetini artırıcı ters bir tepki de yaratabilir ki, tek parti dönemi politikalarında bunun örneklerine rastlamak mümkün . Bunun önüne geçmenin en önemli yollarından biri belki de ikinci Mahmud’ un ayanlarla yaptığı gibi Sened-i İttifak’a benzer bir uzlaşı. Elbette ki bu, yerel unsurları dikkate almaktan ve süreçlere dahil etmeye çalışmaktan öte bir anlama pratiğine açık değil. Zira Sened-i İttifak, merkezin otoritesini ayanlarla paylaşmaya başlaması yönüyle tek hükümran olma konumundan feragati de demekti aynı zamanda.
Mevcut konjonktürün ateşleyici etkisiyle de hakim olmaya başlayan askeri retoriğe, bir de siyaset ve bürokrasi arasındaki hız ve vizyon farkından kaynaklanan etkinsizlik eklendiği takdirde, bölgenin, etki alanından kurtarılmaya çalışıldığı terörün tek panzehiri olan ekonomik gelişmesi, bir süre daha rafa kaldırılmaya mahkum gibi duruyor. Bunu aşmanın tek yolu ise, siyasetten bağımsız, halkla entegre ve ağırlıklı olarak sivillerin başını çektiği ekonomik politikaların acil olarak yürürlüğe konulması olarak görülüyor. Bitmeyen şark meselesi bu yolla tarihsel nihayetine de ulaşır belki de, kim bilir?...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder